02 Temmuz 2024 Salı
Ana sayfa » “Deizmin Yaygınlaşması Normal”
“Deizmin Yaygınlaşması Normal”

“Deizmin Yaygınlaşması Normal”

ODTÜ Fel­sefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Yasin Ceylan gençler arasında yaygınlaşan deizmi  (dinsiz tanrı inancı) anlattı. İslam ve inanç sistemine ilişkin çarpıcı açıklamalar yaptı: İslam mutluluğu erteler. Mutsuz insan ahlaklı olamaz, seve­mez

“Deizmin Yaygınlaşması Normal”

Geçtiği­miz hafta pek çok yazarın köşesine taşıdığı bu iddia, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından çıkarılan aylık ‘Diyanet’ dergisinin ağustos sayısında “Deizm, Ateizm, Nihi­lizm Kıskacında İnsanlık” konu­sunun işlenmesinin ardından alevlenmişti.Türkiye’de ve dünyada semavi dinlere sempati azalıyor. Deizm hızla yaygınlaşıyor. Peki neden? HaberTürk gazetesinde Kübra Par bu konuyu İmam hatip mezunu ve imam hatip ve ilahiyat mezunu olan ODTÜ Fel­sefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Yasin Ceylan’a sordu.

İşte o röportajdan çarpıcı başlıklar;

“Kutsal kitap­lardaki metinlerin bilimlerle çeliştiğine inananların sayısı arttı”

“Deizm, tüm evrenin gerisinde hareket veren bir güç olduğuna inanan bir Tanrı inancıdır. Ancak bu Tanrı insanların ilişkilerine karışmaz. Sadece ilk hareketi verir, dolayısıyla bir elçi göndermez, kut­sal kitap göndermez. Yasaklar koymaz. Bir Tanrı vardır ama sadece evrene baş­langıç hareketi veren bir kudrettir. Gençle­rin neden deizme yön­lendiğiyle ilgili ben bir araştırma yapmadım ama Batı basınında da bu tür makaleler çıkıyor. Kutsal kitap­lardaki metinlerin bilimlerle çeliştiğine inananların sayısı arttı. Batı’da, modern çağda artık geleneksel Hıris­tiyanlık inancındaki Tanrı’yı kabul eden, kiliselere giden çok az kişi kaldı.”

“İnanç devri kapandı, insanlar artık bil­giyle hareket etmek istiyorlar”

“Bunu Sami dinlerinin kısıtlayı­cılığına, insan zihnini belli kalıp­lara sokmasına bağlıyorum. İnanç devri kapandı, insanlar artık bil­giyle hareket etmek istiyorlar. İnancın yerini bilgi ve sorgulama aldı. “Hayır ve şer hepsini Tanrı yaratmış” diyorlar. Birçok rasyo­nel insan “Peki, şer’i niye yaratmış olsun, bu kötülüklerin gerisinde niye Tanrı olsun” diye soruşturu­yor ve sonunda Semavi dinlerdeki Tanrı’ya karşı sempatisini yitiriyor. Hıristiyanlıkta da, İslam’da da böyle oldu. İnsanlar rasyonelliğin daha güçlü olması sebebiyle Sami dinle­rindeki Tanrı’dan uzaklaşıyorlar.”

“İslam medeniyetini batı dünyası tanımlayamaz. Çünkü o medeniyetin unsurları daha çok öbür dünyaya yöneliktir.”

“İslam medeniyeti diye bir iddia söz konusuysa, o medeni­yet Batı dünyasının tanımladığı bir medeniyet olamaz, çünkü o medeniyetin unsurları daha çok öbür dünyaya yöneliktir. Şimdiki İslam dünyasının 100 yıl öncesin­den daha iyi olduğunu mu sanı­yorsunuz, hiç iyi değil. Yüzyıl önce İslam dünyası başta Osmanlı olmak üzere, galip güçler tarafın­dan paramparça edildi. Aradan yüz­yıl geçti, 50’ye yakın İslam ülkesi var, hangisi ne yapıyor? Özellikle bu son zamanlarda tekrar dini kim­liğe, eğitimde dini kavramlara, başarılı gençlik yerine dindar genç­liğe dönüş ideali var ve bu çok yan­lış. Böyle bir gençliğin Amerika, Avrupa gençliği ile yarışabilmesi size makul geliyor mu?”

“İslam mutluluğu erteler. Mutsuz insan ahlaklı olamaz, seve­mez”

“Çünkü Müslüman dünya mut­luluğu peşinde değildir, öbür dünya mutlu­luğu peşindedir. Ben 14 yaşımdayken Kuran-ı Kerim’i Arapça tefsirle­rinden okuyan bir insa­nım. İslam metinlerinin nasıl bir dünya görü­şünü sunduğunu iyi bilirim. İmam hatipte okudum, medreseden geliyorum, İslam’ın ön gördüğü dünya, öbür dünyaya yatırımdır, buraya geçici bakar. Dünya mutluğu ikinci plandadır, asıl mutluluk ertelenmiş mutluluktur. Bununla ilgili, “Burası öbür tarafın tarlası­dır, ne ekersen onu biçersin” gibi birçok hadis var. Bir insanın zih­ninde bu varken neden bu dünyada bu kadar başarılı olsun? Yatırımı öbür tarafadır. İslam’ın Batı tipi bir medeniyet kurma ideali yoktur, ihtimali de yoktur. Batı medeniye­tinde, bilim, sanat, edebiyat, refah, neşe, şiir falan var. İslam böyle bir toplum öngörmüyor. Ben de iddia ediyorum ki dünya mutluluğu olmadan başarı olmaz, dünya mut­luluğu olmadan ahlak da olmaz. Mutsuz insan ahlaklı olamaz, seve­mez. Mutsuzlar arasında dayanışma da olamaz.”

“İnsan tabiatı bu dünyaya yönelik mutluluk ister”

“İnsan tabiatına aykırıdır, insan tabiatı bu dünyaya yönelik mut­luluk ister. Dünyasını mükem­melleştirmeyen insan kim olursa olsun mutsuzdur. Dünyevi mut­luluk, başarı ve ahlakın temelidir. Dünya mutluluğunu by-pass eden herhangi bir düşünce, din, rejim, insanlığa zarar verir.”

“Hem dünya hem ahiret için çalışın’ tamamen bir safsatadır”

“İslam âlimleri, “Hem dünya hem ahiret için çalışın” der. Bu bir safsatadır. Her ikisini bir arada yapmak mümkün değildir. O yüzden Müslümanların çoğu ikir­ciklidir. İçten içe refahı, dünyayı, hazları ister ama zihindeki değerler onları günah sayar, öbür tarafı ister. İçi dışı bir olmayan insan olurlar.”

“Batı’dan gelen unsurların da İslam’da karşılıkları”

“Yaşar Nuri Öztürk şahsen tanıdı­ğım bir teolog, çok zeki, çok bilgili bir kişiydi. İslam’ı çeşitli yönlerden analiz edip modern hayata uygun hale getir­meye çalışıyordu. Ancak bir eksiği vardı; Batı dünyasını pek bilmiyordu. Batı’dan gelen unsurların da İslam’da karşılıkları varmış gibi tuhaf yorum­lar yaptı.” Atatürk deist olabilir de İmam-ı Azam neden deist olsun. İmam-ı Azam teisttir, İslam’ın Tan­rı’sına inanan bir kişidir. İslam’ı yorum­lamıştır.”

“Atatürk dini yaşama pek itibar etmezdi”

“Özel olarak araştırmadım ama sözlerinden, yaşam biçiminden anladığımız kadarıyla pozitivist aydınlanmaya inanan, birçok Fransızca kitap okumuş olan, Batı’yı etrafımızdaki insanların çoğundan iyi anlayan bir insandı. Ateist miydi, deist miydi bilmiyorum ama dini yaşama pek itibar etmezdi. Hür düşünen bir insandı. Bu tür insanlar zaten değerleri kendileri koyarlar, mevcut sistemden gelen değerlere fazla itibar etmezler. Atatürk böyle bir kişiydi, herhangi bir Müslüman değildi. Halkın önünde rakı içecek kadar kendini serbest gören, tarikatları, tekkeleri kapatan, medeni hukuku getiren, şeriatın modern zamanlara pek uygun olmadığını düşünen bir adamdı.”

“Dini çok öven kitaplar okuya okuya dine karşı bakışım değişti”

“Edinburgh’da teoloji-felsefe ilişkisi üzerine doktora yaparken din karşıtı bir şey okumadan dini tavrım değişti. Daha ziyade, dini çok öven kitaplar okuya okuya dine karşı bakışım değişti diyebilirim. Bu da 30’lu yaşlarda başladı, git­tikçe derinleşti ve felsefi tavır haline geldi”.

“Felsefe hakikatin peşindedir, inanç sisteminde ise hakikat aranmaz”

“İslam tarihinin ikinci asrından iti­baren felsefe Müslüman düşünürlerin zihnine girmişti. Birçok eser Yunan­ca’dan veya daha çok Süryanice’den Arapça’ya çevrilip okunmuştu. Bu seküler bir cereyandı ve yüksek sevi­yede kabul gördü; Farabi, İbn-i Sina, Ebubekir Zekeriya Razi gibi birçok filozofun yetişmesine sebep oldu. İbni Sina ve Farabi kendilerini tamamen felsefeye verdiler. Birçok dini kavramı da felsefi açıdan ele aldılar. Tabii bun­lar problem yarattı. 11. asırda Gazzâli geldi, bu kişilerin dinden saptıklarını ve bu sapkınlıkla küfre girdiklerini söy­ledi. Tahafüt al-Falasifa adlı eserinde filozofları eleştirdi ve felsefeyi dine zarar veren bir disiplin olarak ortaya koydu. Buna karşılık İbn Rüşd, yakla­şık bir asır sonra, “Tehafütü’t-tehafüt” (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı kitabı yazdı ve “Aslında Kuran-ı Kerim’de felsefi düşünceyi savunan birçok ayet vardır” deyip Gazzâlî’yi eleştirdi. Zaman içinde Gazzâlî’nin kitabı çok etkin oldu, İbn Rüşd’ünki ise olmadı. İbn Rüşd’ün, “Bir hakikat birliği var; ya inançla ya da felsefi tefekkürle yakla­şırsın ama hakikat değişmez” gibi bir iddiası var. Ama bana göre felsefe ile inancı birbirinden ayıran Gazzâlî daha doğru şeyler söylüyor; felsefe ayrıdır, inanç sistemi ayrıdır. Aynı şeyleri söy­lemezler. Felsefe hakikatin peşindedir, inanç sisteminde ise hakikat aranmaz.”

“Felsefe içinde olanlar konformist olamazlar”

“Felsefeye giren zaten geleneksel imandan kopmuştur; rasyonellik ağır basmıştır, inançlarında şüphe ortaya çıkmıştır. Şüphe ile iman da yan yana kalamaz. Felsefi düşünceyi dinin hiz­metine sokmaya çalışanlar da var ama onlar felsefeci değildir. Onlar felsefi araçları din için kullanıyorlardır. Fel­sefenin içinde olan kimselerin dinle, inançla fazla bir alakaları kalmaz, şüp­heci olurlar. Konformist olamazlar.”

“İslam’da tek bir otorite olmadığı için herkes kendi tarafına çekiyor”

“İslam dini 14 asır içerisinde farklı şekillerde yorumlandı. Tek bir otorite olmadığı için herkes kendi tarafına çekiyor. Bugünkü IŞİD militanları dinsizlerle, ateistlerle, şeriatla yönetilmeyen toplumlarla mücadele etmeyi ayetlere dayandırıyor. Bu ayetleri yorumlayan Seyyid Kutub gibi kimselerin eserlerini referans göstererek bu tür hareketlere başvuruyorlar. Diğer taraftan da pasifist, İslam’ı barışçıl yaşayan Anadolu halkı var. Namazını kılar, orucunu tutar, kimsenin dinine imanına karışmaz. İslam, Anadolu’ya gelirken oradaki mevcut inançları ve pratikleri yok etmedi. Arap Yarımadası’nda da İslam’dan sonra Cahiliye döneminden kalma her şey alt üst olmadı. Evlenme boşanma ritüelleri aynen kabul edildi. Dolayısıyla, bir din komple her şeyi değiştirmez. Anadolu’ya gelen İslam da oradaki yaşam modelini tamamen değiştirmedi.”

“IŞİD’in bugüne kadar İslam’a aykırı yaptığı hiçbir şey yok’ diyenler oldu”

“IŞİD ortaya çıkıp Irak bölgesine girince Türk bir ilahiyat profesörü, “IŞİD’in bugüne kadar İslam’a aykırı yaptığı hiçbir şey yok” demişti. Enteresan değil mi? Bunların dayandıkları birçok hadis var, ne diyebiliriz? İslam’ı fevkalade barışçıl bir din ola­rak görenler olduğu gibi mücadeleci, cihatçı olarak gören anlayışlar da var.”

“Abdullah Gül’e söyledim, bir kulağından girip öbüründen çıktı”

“İşte en büyük sorun İslam’ın ne olduğu­dur. 2013’te, dönemin Cumhurbaşkanı Abdul­lah Gül ile görüşüp ona bir teklifte bulundum. “Kendi himayenizde İslam ulemasını İstanbul’da bir araya getirin. Bu kişiler de 10 gün tartışıp bir manifesto yayınlasınlar” dedim. Çünkü birçok yorum var. İslam’ın ne olduğuyla ilgili bir kaos yaşanıyor. Bir kulağından girip diğerinden çıktı. Kimse “Bu doğru, bu yanlış” diyemiyor. Kimisi geleneği esas alıyor, kimisi de Kuran bugün inmiş gibi yorumlar yapıyor. İslam’ın modern unsurlar karşısında tavrının ne olduğunu tam olarak bilmemiz mümkün değil.”

“Hıristiyanlık gibi bir refor­masyon İslam’da mümkün görünmüyor”

“İslam’ın yabancı kültürle ilk karşılaşması 8. asır ve 12. asır arasında Eski Yunan ve Pers kül­türü ile oldu. O karşılaşmadan büyük bir sentez çıktı; İslam felsefesi, İslam kültürü bu karşılaş­manın ürünüdür. Ama İslam uleması bunu red­detti. “Bunlar İslam’a aykırı şeylerdir. O zamanki filozoflar, şairler İslam’dan sapmışlardır. O kültürü reddediyoruz” dediler. Hıristiyanlık gibi bir refor­masyon İslam’da mümkün görünmüyor. Modern çağ kendini gençliğe hissettiriyor. Bunun İslam âlemine etki­sini de görüyoruz. Bir insan hem Müslüman kalıp, hem de modern yaşayabilir mi?”

“İslam bireysel alana çekilip kamusal alanda bir faktör olmaktan çekilecektir”

“İslam bireysel ter­cih haline dönüşüp evrensel iddialar­dan vazgeçecek. Din kamusal alanda bir faktör olmaktan çıkıp birey­sel alana kayacak, bireyin kendi iradesi ve ona uygun yaşam biçimiyle sınırlanacaktır. Toplumsal hayatta kültür ve yaşam unsuru olmaktan çıka­caktır. Bunu Batı medeniyeti dayatacaktır. Bu aydınlanma zorla olacaktır. İslam uleması, “Gelin bir şeyler yapalım, 14. asır bugünkü yaşam biçi­minden çok farklı, bir sentez yapalım” demeye cesaret edemeyecektir. Modern yaşam biçimi kendini empoze edecektir ve İslam zoraki olarak bireysel tercihe doğru itilecektir.”

“Modern hayatın gerekleriyle İslam kaynaklarından gelen normlar arasındaki uçurum”

“Modern yaşayan, seküler dünyanın normlarını kabul eden, dünya mutluluğunun peşinde olan ahiret hayatını bir kenara iten bir sürü Müslüman vardır. Bunlar zaten kaynaktan kopmuşlardır. Bir de kaynağa bağlı kalmak isteyenler vardır, onlar da zorluk içerisindedirler. Modern hayatın gerekleriyle İslami kaynaklardan gelen normlar arasında bir uçurum gördükleri için ne yapacaklarını bilemeyenlerdir. O kaynaklara dönüş ile modern insana bir yaşam biçimi öneremeyeceklerdir.”

“Kuran 14 asır önceki insanların yaşam biçimini yansıtıyor”

“Kaç nesil hadisleri nakletmiş büyük bir literatür var. Kur’an tüm asır için geçerli prensipleri ortaya koyuyor da hadisler koymuyor. Kur’an ayetlerinin geliş sebebi, Esbab-ı Nüzül denilen bir tefsir var. Hangi ayet hangi şartlarda indiğini yazıyorKur’an’daki ayetler o zamanki Mekke ve Medine’de yaşayan insanların yaşam biçimini yansıtıyor. Dolayısıyla 14 asır sonra başka yabancı bir medeniyetin etkisi altında yürütmeye çalışmak mümkün değildir. Bunun tek çıkar yolu inancı bireyin, bireysel iradesine bırakmak. Aksi halde eğitimde, hukukta, sosyal ortak değerlerde bir unsur olarak kabul etmek fevkalade zorluk çıkarır.”

“O kadar vergi ödeyen adam nasıl zekat ödeyecek?”

” Yeni medeniyetin şartlarını kabullenmektir. Başka türlü yaşayamazsın. Başka ülkeye git­tiğinde nasıl abdest alacaksın, nerede namaz kılacaksın, çalışan insan nasıl o kadar saat aç kalacak, o kadar vergi ödeyen adam nasıl zekât ödeyecek? Bunlar zamanın kodlarıydı, zaman geçtikçe de bu kodlar zoraki olarak değişmiştir. Dolayısıyla İslam ulemasının İslam’ı aktif bir din olarak toplumsal hayatta uygulanan kodlar ola­rak istemeleri bana göre zor bir irade biçimidir.”

“İnsanlık tarihinde dine inananlar ile inanmayanlar arasında değil dinler arasında savaş olmuştur”

“İnsanlık tarihinde dine inananlar ve inanmayalar arasında savaşlar pek olmamıştır. Olmuşsa da nadirdir. Çok az zaiyat vardır. En çok ölen, öldürülen dinler arasındaki savaşlardadır. Hıristiyan ve Müslümanlar arasındaki savaşlardan fazlası Müslüman-Müslüman, Hıristiyan-Hıristiyan mezhepler arasında olmuştur. İnanç üzerine dayanışma çoğu zaman patolojiktir. En çok Tanrı’ya inananlar birbirlerini öldürmüşlerdir ve Tanrı adına öldürmüşlerdir.”

“Müslümanların hem kendi içlerinde hem dış dünya ile tartışmaları var”

“Müslümanların hem dış dünyayla, hem kendi aralarında tartışmaları vardır. İkisinde de barışçı değildirdiler. Bugün Türkiye’nin yarısı seküler, diğer yarısı ise dindar bir yaşama yönelmiştir. “Bizden olan, bizden olmayan” diye bir ayrım var. Mütedeyyin kendisi gibi inanmayanı sevmez. Dindarlığın tabiatında bu var. Onlar ibadeti ahlaktan sayıyorlar. İman prensiplerinin ahlakla hiç alakası yok. Ahlak ayrı bir şeydir. Bunu yapmayanı ahlaksız sayıp dost kabul etmiyorlar. Sadece kendilerinin doğru yolda olduklarını düşünüyorlar. Geleneksel dindarlığın bu tavırdan vazgeçmesi lazım.”

“Dindarlık 15 sene önce daha makuldu”

“Emperyalizme karşı bir mücadele verilebilir ama bunun için dini kullanmak yanlıştır. Arap Baharı’nda, Arap diktatörlüğüne karşı dinci gruplar ortaya çıktı ve sonradan bunların daha diktatoryal yapılar olduğu görüldü. Zulüm devam etti. Müslüman Kardeşler Mısır’da yönetimi sağlayamadılar. “Seçimle gelmiş, devam etsin” dendi. Ama ilk aylardaki icraatlarına bakın! Dinin politikaya alet edilmesi ve politik bir iddia olarak ortaya konması hem kişilere, hem de dine zarar vermiştir. Bana göre dindarlık 15 sene önce daha makul, daha kabul edilebilir bir yaşam biçimi öngörürken, bugün belki bu vasfını yitirdi. Eskiden namaz kılmayan kişi camiye giden birini görünce, “Bana da dua et” derdi. Ama şimdi birbirlerine düşman oldular. Ezan sesi daha makuldü. Yaşar Nuri Öztürk de buna karşıydı, “Neden yüksek sesle ezan okuyorsunuz?” diyordu. Neden insanlar camiye yakın evlerden kaçıyor, neden insan sesiyle değil de büyük hoparlörle ezan okunur, bunların cevabını vermeleri gerekiyor. İslam’ın ilk dönemlerinde insan sesi nereye kadar giderse o şekilde okunuyordu. Hoparlörden yüksek sesle okumak, dini başka biçime sokmaktır. Nahoş bir durumdur.”

“Evrim teorisinin kabulü yaratılıştan daha kolaydır”

“Evrim teorisi bir buçuk asırdır güç kazanmaktadır ve modern biyoloji, evrim üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla, öğrencilerin tam kavrayamayacağını düşünüp bundan vazgeçilmesi doğru değildir. Ona bakarsanız öğrenci yaradılışı da tam kavrayamaz, bu daha aklen kabulü zor bir teoridir. O yüzden, bilimsel doğru ne ise, onu bir şekilde öğrenciye vermek lazım.”

“Cihat kavramı nefis mücadalesi ile ilgilidir”

“Cihat kavramı bilhassa son dört beş yıldır İslam ülkelerindeki Arap Baharı ve IŞİD, El Nusra gibi militan gruplarla gündeme geldi. Bunlar saldırılarını cihat adına, kutsal bir amaç uğruna yaptıklarını söylüyorlar. Bu kavram günümüzdeki İslami terör örgütleri tarafından kirletilmiştir, aslında cihat kavramı nefis mücadelesiyle alakalıdır. Cihat geleneksel anlamıyla İslam uğruna, vatan uğruna savaşmaktır. Ancak bunun müfredatta İslami bir gereklilik olarak öğretilmesi yanlıştır. Vatan savunmasını profesyonel ordular yapar. Çocuk yaştaki insanlara çatışmacı bir ruh aşılamak yanlıştır. Şu anda Milli Eğitim’de verilen, hatta kültürde mevcut olan Kurtuluş Savaşı atmosferini de eleştiriyorum. Kurtuluş bitti, yüz yıla yakın bir süre geçti. İnsanları devamlı bir mücadele atmosferi içinde tutmak yanlıştır, onların verimliliğini ve psikolojisini bozar.”

“İbadet insanı dürüst ve başarılı kılar diyemeyiz”

“İlkokullarda bile mescit düşünülüyor. İlkokuldaki çocuğun namaza yönlendirilmesi doğru değildir. İlkokuldaki çocuk büyüme ve etrafını anlama çağındadır. “Bir Tanrı var, seni sürekli gözetliyor. Sağında solunda melekler var” gibi bilgileri vermek ona zarar verir. Ondan sonra, teneffüste oynamak isteyen çocuk gidip namaz kılacak. Daha akil baliğ olmamış. Kendisi büyüsün, namazı niyazı o seçsin. Biz nasıl bir insan istiyoruz, buna karar vermek gerekir. Dindar bir insan mı istiyoruz? Başarılı bir insan istiyoruz. Dindar insan başarılı insan mıdır, ahlaklı mıdır? Görüyorsunuz, Fethullah’ın ağzından Tanrı, peygamber, hadis düşmez; her türlü dini söylemi ortaya koyar. Ama icraatına bakın. Bu kadar insan katledildi. Binlerce insan işinden oldu ve bunun tepesinde bir din adamı var. “İbadet insanı dürüst yapar, başarılı kılar” diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Ama öyle insanlar da vardır.”

“İnananlar kötülük yapıyorsa bundan inanç sistemi sorumludur”

“İslam’ın söylediğinin de tam tersi bir toplum oluşuyorsa, buna inananlar ve bu metinle insanların icraatının arasındaki boşluğu doldurmayanlar bundan sorumludur. Bir inanç sistemi var, bir grup insan var. Onlar bir sürü kötülük icra ediyorlar ama onların inançlarına baktığımızda pek kötülük görünmüyor. Bunda yine o inanç sistemi sorumludur. Büyük iyilikleri, dürüstlüğü ortaya koyan bir metin ve o metni temel olarak kabul eden insanlar bunun tam tersini yapıyorsa, o metni ne yapacağız? Övecek miyiz, eleştirecek miyiz? “O metin, bir şekilde insanların eylemlerine yansımıyorsa onun bir anlamı yoktur” diyorum.”