07 Ocak 2023 Cumartesi
Ana sayfa » Kocaman Bir Başarı Öyküsü
Kocaman Bir Başarı Öyküsü

Kocaman Bir Başarı Öyküsü

 Torku Konyaspor, tarihinde ilk kez lig üçüncülüğüne ulaştı ve Avrupa Ligi’nde altı maçlık grup serüvenine hak kazandı. Bu futbol mucizesinin mimarı Aykut Kocaman Hürriyet Kelebek’ten Uğur Vardan’a başarı hikayesini anlattı…

İşte Aykut Kocaman’ın ağzından Torku Konyaspor mucizesi;

 

“Konya camiası da bazı hedefleri ister olmuştu”

-Yeni bir stat yapılması eskiden beri konuşuluyordu. Böylesi bir hamle elbette etkili bir unsur… Bazen mekânları insanlar doldurur, hayat verir; bazen de mekânlar tersi bir işlevi yaratır. Ama yeniden geldiğimde sadece stat değişikliği değildi gözlemlediğim; Konyaspor camiası da bazı hedefleri ister olmuştu. Kastettiğim ihtiras değil, istek. Yeniden burada döndüğümde belli hedefler için isteklerinin daha güçlü olduğunu fark ettim. Lakin isteklere ulaşma yönünde problemler, sıkıntılar vardı. Benim tecrübelerimle o yerlere, hedeflere birlikte ulaşma adına harekete geçtik. Çünkü ben o istedikleri yerleri görmüş, yaşamıştım. Bir de yeniden döndüğümde şehri fiziksel ve insan sayısı olarak daha büyümüş gördüm, buldum. Böyle bir büyüme karşısında talepler de artıyor doğal olarak…

Stat önemli bir etkendi

 

Kayseri’nin iç dinamiklerini, özel koşullarını bilmiyorum ama buradaki istek, stat fikrini doğurdu, hayata bir an önce geçmesine hız verdi. Bir de benim stat yapıldıktan sonra ortamı değiştirdiğine inandığım şöyle bir tespitim var; hatırlanacağı gibi Beşiktaş geçen sezonki maçlarından birini, Trabzonspor mücadelesini Konya’da oynamıştı. Şehre yabancı iki takımın maçı, şölen şeklindeki görüntüler, başka şehirlerden gelen o kadar taraftar, ambians derken bütün bu yaşananlar, burada güzel şeyler olabileceğine dair bir ilham verdi. Bu kesin doğrudur demiyorum ama benim gözlemim böyle. Ardından iki büyüğün, Galatasaray ve Beşiktaş’ın Torku Konyaspor’la maçları bu atmosferin tekrarlanması açısından önemli aşamalar oldu. Böylece stat şehrin, taraftarın hayatındaki yerini almaya, önemli bir unsura dönüşmeye başladı.

Asıl basınç milli maçta oldu. Olağanüstü bir atmosfer vardı; içeride de dışarıda da. İnsanlar bir maç ortamının ne kadar şenlikli olabileceğini gördüler. Burada öfkeli olma, nefret barındırma halinin de dışarıda kaldığını düşünüyorum. Bizim temel meselelerimizden biri bu değil mi? Sürekli nefret ve öfke… Tamam, kimi anlarda kendi oyuncuna bile öfkelenebilirsin ama bunun belli bir çizgisi var, onu aştığında ne olur, motivasyon tersine işler, sahadakiler için kaçış hali başlar.

Saygı duruşu protestosu ve Milli Marş’ın ıslıklanması

-Ben oradayım, yaşananlar bahsedildiği gibi değildi, saygı duruşu yapılıyordu, o sırada nasıl söyleyeyim, bazı itici, kaba sesler çıktı. Esas ses, bu sesleri susturmaya yönelik tepkiydi. “Ayıp oluyor, ıslıklamayın” tarzı bir tepki. Ama bu durum televizyon ekranlarında farklı algılanmış olabilir tabii. Orada olan biri olarak asıl eğilim susturmaya yönelikti diyebilirim. Ama genel olarak şunu söyleyebilirim, bunlar (saygı duruşu protestosu, milli marşların ıslıklanması vs.) tabii ki olmaması, tasvip edilmemesi gereken şeyler, az ya da çok, fark etmez…

1 Takım 2 Ayrı Kimlik

– Geçen sezonu sekizinci sırada bitirmiştik. Beş maçta 10 puan aldık, sonra da beş maçta bir puan… Dört maçta da gol yememiştik. Sonra Galatasaray’a 5-0, Gençlerbirliği’ne kupada 2-0, ligde 5-0 yenildik. Böylesi bir tablo belki lig tarihinde yok, absürd bir durum. Yani bir takımın iki ayrı kimliğiyle karşı karşıyayız. Peki biz hangisiyiz? Sert miyiz kırılgan mı? Üstelik ben buraya Fenerbahçe’yle Avrupa Ligi’nde yarıfinal oynamış kimliğiyle geldim. Tabii beklentiler de bu nokta üzerine kuruluyor. Ama o çizgiye nasıl gelindi, pek düşünülmüyor. Erciyesspor karşısında alınan 3-0’lık mağlubiyetin ardından teknik direktörlük kariyerimin 15. yılında ilk defa oyunu değiştirdim. Bugüne kadar hep hücuma yönelik, topu birinci bölgeden ikinciye, oradan üçüncüye taşıyan, kanatları işlevsel kullanan, hücuma yönelik bir oyun anlayışımız vardı. Oyunu bozan, bekleyen bir takıma dönüştürdüm. Bunun Türkiye’de bir karşılığı olduğunu elbette biliyordum ama uygulamıyordum. Takımı bu yönden inşa ettim. Erciyes maçı sonrası hem oyunu, hem de bir nebze oyuncu grubunu değiştirdik.

“Hedefimiz 50-55 puandı”

-Amacımız 50-55 puanlarda dolaşmaktı. Altıncılığı kovalayan bir takım. Beşincilikle sekizincilik arasında bir yer. Ama benim amacım takımların kökleşmesi. Kökleşme olmayınca kolay geliyorsun, kolay gidiyorsun. Benim tarifim şudur: 34 maçın 17’sini kazanırsanız kökleşirsiniz, bir-iki galibiyet de sizi biraz daha yukarıya taşır. Biz bu sezon ilk yarı 26 puan kazandık ama beş İstanbul takımına karşı mağlup olduk. Kadro yapıları ve bütçeleri bizden büyük ve geniş takımlar bunlar ama benim derdim mağlubiyetten öte, geriye düştüğümüz maçları çevirmekti. Ayrıca arka arkaya gelen galibiyetler hem özgüveni hem de asıl olarak kazanma arzusunu artırdı. Sporun güzelliği zaten biraz da burada yatıyor; kazandıkça arzun, iştahın artıyor. Bu açıdan mesela Skubic takviyesi çok iyi oldu.

“İstanbul’daki Galatasaray beraberliği önemliydi”

-Galatasaray’a karşı İstanbul’da aldığımız 0-0’lık beraberlik çok önemliydi, oradan gol yemeden dönmüştük. Biz Galatasaray’ın tekrar ayağa kalkabileceğini ve yarışa devam edeceğini düşünüyorduk ama bazen büyük takımlar hedeften uzaklaştıkça çöküş haline girmeleri hızlanıyor. Başakşehir kadro kalitesiyle üçüncü olur diye de düşünüyorduk ama sonuçta biz bu noktalara geldik.

“Bundan korkuyorum…”

Kupada iki maçta da Beşiktaş’ı yenince hedeflerimiz açısından “Yapabiliriz, başarabiliriz” duygusu daha bir perçinlendi, bütün takım bu hissiyatın içine girdi. Yani kırılma anları için kupadaki iki Beşiktaş maçı diyebilirim. Aslında bir noktadan sonra ben bizde kırılma bekliyordum. Çünkü hayatın her alanında; yazarken, çizerken, oynarken kapasitenin üzerine çıktığında bir noktadan sonra gerçek çizgilerine dönersin. Bundan korkuyordum. Aslında son dört maçın üçünde (kupada iki Fenerbahçe ve ligde bir Antalyaspor maçları) mağlup olarak bize ‘teknik bir alarm’ çaldı ama çok şükür ligi üçüncü bitiriyoruz.

“Ağlamanın, sızlamanın, yakınmanın bir anlamı yok”

-Başaltı’nda en önemli sorun adaptasyonda başlıyor. Mesela bunu ben yeniden yaşadım. Fenerbahçe zirveydi; o durumdan o durumları yaşamak isteyen bir takıma geliyorsun. Bireysel sorunlarda hiçbir fark yok, sorunlar aynı sorunlar… Bileşenler de aynı; yönetim, taraftar, basın, hedef koyma ve hedefi yakalama çabası vs. Değişen ne dersen, ölçek. Adaptasyon dediğimiz de bu; çoktan aza geliş. Orada problemler de çok daha büyük ama aşma ve çözme kapasitesi de daha yüksek. Burada problemler ve çapları da düşük, aynı zamanda çözme kapasiteleri daha az. Ama ben bu tür durumları en kolay atlatabilecek insanlardan biriyim, çünkü olaya şöyle bakıyorum: Evet orada böyleydi lakin burası da böyle. Ee, n’apacağız? Ağlamanın, sızlamanın, yakınmanın bir anlamı yok; bu koşullarda çalışmanın, gerektiğinde de problemleri çözmenin yollarını arayacağız.

“Takviye hamlesinin bir garantisi yok”

 

-Avrupa’da eleme turu oynamayacağız, bu nedenle zaman ve zihin maliyeti yok, ‘Avrupa Avrupa’ diye geriyoruz ya kendimizi, o da yok. Dolayısıyla duygu maliyeti de yok. Yani hiçbir maliyeti olmayan bir deneyim yaşayacağız. Tabii şimdi ‘Beş-altı takviyeyle bu takım…” tartışmaları başlayacak. Bana kalırsa takviye hamlesinin bir garantisi yok, şu andaki takımla daha iyi sonuçlar alabilir, takviyelerle daha kötü neticelere imza atabiliriz. Ben bunu hem Torku Konyaspor camiasına hem de Türkiye futbol kamuoyuna anlatmaya çalışıyorum ama anlatabilecek miyim, bilemiyorum. Bir de bu işin yani aynı takım üzerinden gitmenin şöyle bir tehlikesi var, ‘Vizyonsuzluk’ suçlamasıyla karşılaşıyorsunuz. Bu da bence en tuhaf ve bilgiden uzak tartışmalardan biri oluyor.

“Şampiyon da olabiliriz”

-Derdim derinleşmek, kökleşmek, kalıcı olmakla ilgili… Camia çok istekli, ki bu istek karşısında şampiyonluk da gelebilir. Gelmez diye bir şey yok; üç-dört yıl içinde planlanabilir bir hedef bu. Ama bu sene üçüncü olduk, seneye on dördüncü olduk, öbür sene orta sıralarda dolaştık; bu kötü. Benim hedefim seneye yine 50 puanın üzerine çıkabilecek, kuvvetli bir takım yaratmak.