“Başka alanlarda olduğu gibi basında da devlet bütün araçların aynı amaca hizmet etmesi gerektiğini unutmamalıdır ve hükümet “basın hürriyeti” denilen saçma sözden dolayı güçsüzleşmemelidir. Yoksa böyle bir durum, hükümeti görevini tam yapamamaya ve milleti de yararlı bir gıdadan yoksun bırakmaya sebep olur. Hükümet hiçbir gücün önleyemeyeceği bir kararlılıkla bu eğitim araçlarını avucunun içine almalı, onu devlet ve milletin hizmetinde bulundurmalıdır.”
Adolf Hitler
Bir satışın anatomisi: Gezi’nin Penguenleri Havuza Balıklama Ataladı
“Basın özgürdür çünkü tek bir davaya, tek bir rejime hizmet eder”
Benito Mussolini
“Mış” gibi yapan merkez medyanın sonu”
Mustafa Hoş’un Evrensel gazetesinde yayımlanan yazısına göre, Türkiye’de iktidar ve medya ilişkilerini anlamak için yakın tarihte emsal olabilecek dönem Nazi Almanyası gibi görünüyor. Uygulamalar, yaşananlar ve sonuçlara bakıldığında bunun pratikte ve sosyolojik olarak karşılığı çok fazla. Sadece Hitler ve Mussoli’nin sözleri bile NeoTürkiye ile Nazi Almanyası’nı eşleştirmeyi haklı kılıyor. Bu daha çok tartışılacak bir konu, şimdilik bir durum tespiti olarak hafızada kalsın. Çok sıcak bir gelişme ışığında şu anda medya ve RTE/AKP ilişkisini analiz etmeye çalışayım. Doğan Medya’nın satışı birçok parametresi olan ve sonuçları sosyal hayatı direkt etkileyen önemli bir gelişmedir. Doğan Medya’nın satışı sonrası yapılan “Merkez Medya’nın ölümü” bakış açısı aslında tam doğru bir yaklaşım değildir. Doğrusu “Mış” gibi yapan merkez medyanın sonu denilirse daha gerçekçi bir analiz olur. Merkez medyanın son manşetleri Pamukova’daki hızlı tren kazası sonrası olmuştu. Hatırlayalım o manşetleri çünkü bir daha öyle bir manşetler hiç olmadı:
Şimdi bu manşetler merkez medya/ana akım medya mezarlığının mezar taşlarında bir nostalji olarak bulunuyor. Ana akım/merkez medya AKP döneminde olan hiçbir toplumsal olayda bu gerçek habercilik cesaretini bir daha gösteremedi.
Doğan Grubu ve Tayyip Erdoğan ilişkisini iki manşetle özetlemek mümkün. İlk manşet, Hürriyet 24 Eylül 1998. İkinci manşet, 11 Şubat 2017.
1998’de Erdoğan’ın Siirt’te yaptığı konuşma nedeniyle aldığı hapis cezasını Hürriyet “Siyasi Hayatı Bitti” manşeti ile duyuruyordu. Aradan geçen 19 yıl sonra ise aynı Hürriyet parlamenter sisteme son verecek olan 16 Nisan referandumunu havuz gazeteleri dahil tüm gazeteler gibi “Tek Adam Tek Manşet” bakış açısıyla “Bu sistem prangaydı” diye duyuruyordu. 19 yılda köprünün altından çok sular akmıştı. Hürriyet’in “Tayyip” manşetleri yerini “Sayın Erdoğan”a bırakmıştı. Yeri gelmişken “Tayyip” manşetini de hatırlayalım:
22 Nisan 1998 “Tayyip’e Şok Ceza”
Hatta Tayyip Erdoğan’ın mitinglerde propaganda ve mağduriyet dayanağı yaptığı yine Doğan grubu gazetesi Radikal’in manşetini de hatırlayalım. “Muhtar bile olamaz” Hürriyet’in de tercih ettiği bir başlıktı:
Radikal 24 Eylül 1998: Muhtar Bile Olamayacak
Manşetlerin dilinden bile bakıldığında Doğan Grubu, Tayyip Erdoğan ilişkisinin sert bir Med-Cezir seyri izlediği çok rahat görülüyor. İşin finaline geldiğimizde merkez medyanın ‘mış’ gibi halini de anlamak çok zor değil. Doğan Grubunun açık ve net bir şekilde AKP’ye tavır aldığı en son yayın 22 Eylül 2015’te oldu.
MİLLİYET VE VATAN’A BAKINCA…
Havuz medyasında Doğan Grubu aleyhinde Hilton Oteli ile ilgili çıkan haberlere Hürriyet gazetesi çok sert yanıt verdi. Hürriyet’in manşet haberinde “Havuz medyasının üçlü çetesi Cemal Kalyoncu, Ethem Sancak ve Serhat Albayrak panikte” başlığı kullanıldı. Hürriyet internet sitesinden yapılan açıklamada ise “Kirli havuzun iftira çetesi neden korkuyor. Kalyoncu cambaza bak yapmaya çalışan kukla patron. Ethem Sancak kumarcı yeğen ile BMC arasına sıkışmış kirli bir bezirgan. Serhat Albayrak gölgedeki gerçek patron” gibi çok sert ifadeler kullanılıyordu. Bu kavga sonrası Aydın Doğan vergi cezaları, 28 Şubat ilişkilendirmeleri ve Hilton ile köşeye sıkıştırılıyor, Erdoğan da açıkça isim vererek aba altından sopa gösteriyordu. Sonuçta Doğan Grubu kavgayı devam ettirmek yerine biat etmeyi seçti. Erdoğan’ın miting meydanlarından verdiği ayar sonrası Hürriyet’ten kovulan, köşeleri elinden alınan birçok gazeteciyi de unutmamak lazım. Hatta Aydın Doğan’ın Abluka kitabımda uzun bir şekilde anlattığım, ilişkileri sıcak tutmak için Rasim Ozan Kütahyalı’nın elinde çiçekle kapısına kadar gitmesini de hatırlayalım. Normal bir dönemde sokakta görse yolunu değiştirecek Aydın Doğan, Rasim Ozan’dan bile medet umar olmuştu. Abluka kitabımda medyanın nasıl teslim olduğu bütün gerçekliğiyle var. AKP/Fethullahçılar koalisyonunda ve sonrasında AKP’nin tek başına iktidarında yaşananlar ve hangi medya grubunun nasıl bir tavır aldığı da. Doğan Grubu’nun neler yaptığı da. Bütün bu hatırlatmalar Doğan Grubu satışını daha net görmek ve anlamak için. Yazarken ben de hafıza tazeliyor ve gerçeği bütün çıplaklığıyla görmeye çalışıyorum. Doğan Grubu’nun satışı önemli bir durum. Sloganist cümlelerle geçiştirilecek bir kolaycılığa düşmemek de lazım. Satın alan Demirören grubunu anlamak için de satış sonrası Milliyet ve Vatan gazetesinin yayınlarına bakmak yeterlidir. Ya da “Mış” gibi yapandan, Erdoğan’a “Üzdüm mü seni patron” diyerek ağlayan bir medya patronuna devir diye de özetlenebilir. Aydın Doğan “mış” gibi gazeteciliği öyle sindirmiş ki giderayak T24’ten Doğan Akın’a verdiği röportajda Demirören’e tavsiyede bulunuyor: “Ben sizin yerinizde olsam gazetenin politikasına dokunmam.” Öyle ya “Mış” gibide uzmanlaşmış bir ekip bıraktı. Aydın Doğan, “Ne yapmayı planlıyorsunuz” sorusuna ise espriyle karışık “Bir an evvel Bodrum’a gitsem, birkaç arkadaşımla otursam istiyorum. Biliyorsunuz, bizim yıllardan beri yaptığımız Rodos seferlerimiz var gazeteci arkadaşlarımla. Onu yapmak istiyorum. Yeni patronlar müsaade eder mi bilmiyorum”.
Aydın Doğan, espri yapıyor ama bir gerçeği de söylüyor. O gazeteci arkadaşları gazetecilik değil “patron ne derse onu yapar”
‘ZATEN SATILMIŞLARDI’ GERÇEKÇİ BİR DEĞERLENDİRME DEĞİL
Şimdi Doğan Grubunun satışını “Zaten satılmışlardı” diye değerlendirmek de çok rasyonel bir analiz olmaz. Öyle bir dönem ki “mış” gibi hali bile arayabiliriz. “Mış” gibi gazeteciliğin evrensel ilke ve etik açısından hali ise tam bir sefalettir. Gazetecilik “Mış” gibiyi tümden reddeder. Siyasetin ağır tahakkümü ve bunun karşısında direnememe tartışılabilir bir durum olabilir ama Karaman’daki çocuk tecavüzünde alınan rolü hiçbir zaman unutmayacağım. Çığlık kitabımda ayrıntılı bir şekilde Hürriyet’in ne yaptığı var. Mış gibi gazeteciliğin Doğan Grubu’nda ete kemiğe bürünmüş hali Ahmet Hakan’ın aldığı pozisyon da ayrıntılı bir şekilde var Çığlık kitabımda. Çocuk istismarı için Hürriyet’in “duyarlılık” örnekleri bana verilirse ben de Karaman’daki alınan rolü suratlara şamar gibi çarparım. Meraklısı o dönemi yeniden hatırlamak isterse okur tüm gerçekleri. Neyse şimdi şu satış rakamını da bir inceleyelim.
İYİ TÜCCAR KÖTÜ MEDYA PATRONU
Doğan Grubunun satış rakamı birçok şeyi söylüyor. KAP’a yapılan açıklamada satış rakamı aynen şöyle; “1.100.000.000$ (Birmilyaryüzmilyon Amerikan Doları) “işletme değeri”nden, ilgili finansal borçların indirim konusu yapılması suretiyle, 890.000.000$ (Sekizyüzdoksanmilyon Amerikan Doları) “hisse değeri” üzerinden, Demirören Holding A.Ş. ile görüşmelere başlanmıştır”.
Bir milyar 100 milyon dolar rakamını Doğan grubunun da belirlediği tartışmalı. Çünkü bu rakam bir başka medya kuruluşu satışının aynı rakamı. Sabah Gazetesi ve ATV’ye TMSF 2007 yılında el koymuş, daha sonra da grup 22 Nisan 2008’de 1.1 milyar dolar karşılığında Çalık Grubu’na satılmıştı. Havuz medyasının amiral gemisi Sabah/ATV’nin 2008’deki fiyatı baz alınmış. Borçlar çıkarılınca rakam 890.000.000$ oluyor. Tabi bunun sembolik bir çok anlamı da var. O daha ayrı bir yazı konusu. RTE/AKP iktidarı sembollerle ve rövanşlarla da çok şey anlatır. Hatta görünenden daha çok şey anlatır. Sabah/ATV baz alındığına göre durum da eşitleniyor. Oysa medya tarihine bakıldığında Hürriyet’le Sabah ya da ATV ile Kanal D’yi eşitlemek çok mümkün değil gibi. Görünürde Doğan grubunun bütün medya iştiraklerine bakıldığında ucuza satıldığı söylenebilir. Ya da şöyle de ifade edeyim. Bu can havliyle bir satış. Gazetecilik yapmaktan can havliyle kaçan bir Aydın Doğan var. Aydın Doğan’ın satış sonrası yaptığı açıklamada söylediği “Artık 80 yaşını geride bırakmış bulunuyorum. Geldiğim bu aşamada, kendi isteğimle, yayıncılık mesleğime nokta koymaya karar verdim.” sözleri de gerçeği yansıtmıyor. Yakın tarihteki medya satışları rakamlarını da yazayım ne dediğim daha net anlaşılsın.
ATV’nin de bulunduğu Sabah grubu, 22 Nisan 2008’de 1.1 milyar dolara satılmıştı. Kalyon İnşaat’a satış rakamı net bir şekilde açıklanmadı ama yine aynı fiyata denk düşen bir devirden söz etmek mümkün.
Doğan Medya Grubu’na ait Star TV, 2011’de 327 milyon dolar karşılığında Doğuş Grubu’na satıldı.
Doğan Yayın Holding’e ait Milliyet ve Vatan gazeteleri 2011 yılında Demirören ve Karacan ortak girişimine 73 milyon 960 bin dolara satıldı.
Digital platform Digitürk, 2016 yılında 1.2 milyar dolara Katarlılara satıldı.
Rakamlar ortada peki “iyi tüccar kötü medya patronu” başlığı da uyuyor mu sorusu gelecektir. İyi tüccarlık bir KHK ile mal varlığına el konulacak kadar kolay olan bir yerde 1.1 milyar dolar almayı tüccarlık başarısı olarak görmek gerekiyor. Ve medyadan çekilme karşılığında yargılanmama garantisi de bonusu olabilir.
Aydın Doğan’ın 39 yıllık medya dönemi hep tartışılacak ve çok da konuşulacak. Ama Hiçbir zaman Hitler döneminde gazetecilik yaptıkları için ağır bedel ödeyen Ahmet Emin Yalman ve Sabiha/Zekeriya Sertel gibi de anılmayacak. Aydın Doğan ardında gazetecilik bırakmadı. Holdingine kalkan yaptığı bir medyası vardı.
HABER EKMEK, SU GİBİ BİR İHTİYAÇTIR
Havuz gazeteciliğinin son noktasını anlamak için yine Hitler Almanyası’na gidelim.
Hitler Almanyası’nda Yeni Basın Kanunu çıkarıldı. Yasa ile gazetecilik “kamu mesleği” sayıldı. Gazeteciler “devlet görevlisi” yapıldı. Tüm editörler gazetelerini “kamuyu yanlış yönlendirecek haberlerden uzak tutacaktı ve Alman halkının ortak iradesini, savunmasını, ekonomisini ya da kültürünü zayıflatacak” haberlere yer vermeyecekti. Penguenin de havuzun kenarında suyla oynaşmadan sıkılıp havuza dalmasıyla her biri artık RTE/AKP görevlisi oldu.
Doğan Grubu’nun satışı ile distopya ülkesinde daha da pesimist hale gelmeye gerek yok. RTE/AKP görevlileri bir tarafta gerçek gazeteciler diğer tarafta. Durum artık bu kadar net. Haber bir ihtiyaçtır. Hatta ekmek, su gibi bir ihtiyaç; “Mış” gibi ortadan kalktığına göre haber ihtiyacı daha da çok artacak ve bu bir şekilde karşılanacaktır. Bağımsız yapıların bir kez daha yayın politikasını gözden geçirmesi gerekiyor. Masa başı yerine daha çok sokak ve unutulan unutturulan muhabirliğin yeniden yüceltilmesinin karşılığı çok olacaktır. Sansürün otosansürün karşısında ise blockchain var. Ve biz gazeteciler için tam bir gizli hazine. Ben inanıyorum ve tarihte de hep öyle oldu. Sonunda gerçeğin savunucuları gazeteciler kazanacak.
“Mış” gibi gazeteciliğin son kalesinin satışını da tek bir cümleyle özetleyip bitireyim. Gezi’de penguen olanlar havuza balıklama atladı. Hepsi bu.