“Çocuklar tecavüze uğrarken susulmaz” dediği için Halk TV’deki işinden kovulan gazeteci Ece Zereycan, yaşadıklarını soL’a anlattı. Zereycan; “Halk TV’de şu an sola tamamen kapalı bir yapı var” dedi..
Karaman’da 54 yaşındaki bir ilkokul öğretmeni, Ensar Vakfı ve KAİMDER evlerindeki kurslara katılan 10 çocuğa cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle 4 Mart’ta tutuklanmıştı. Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği’ne (KAİMDER) yakın kişilerin kiraladığı evlerde yaşanan olaylarda, 45 çocuğun cinsel istismara uğradığı iddia edilmişti. Hemen ardından ise olay hakkında yayın yasağı kararı alındı. Konu hakkındaki yayın yasağına ilk tepkilerden birini veren kişi ise gazeteci Ece Zereycan oldu. Halk TV’de sunduğu haber programında “Çocuklar tecavüze uğrarken susulmaz” diyen Zereycan, kanal tarafından işten çıkarıldı. Yaşananların ardından işten çıkarıldığını Twitter hesabından duyuran Zereycan, “Yine olsa yine aynısını yaparım. Pişman değilim” ifadelerini kullandı.
Gazeteci Ece Zereycan Halk tv’Den kovulmasına kadar uzanan süreci SOL’a anlattı..İşte o röportajdan başlıklar;
“Yönetici güç ve konforunu kaybetmemek için adım atıyorsa ortaya böyle kimliksiz bir yapı çıkar”
-Gezi Direnişi korku duvarlarının yıkıldığı bir dönemdi. Güçlü bir dönemdi, gücünü halktan ve bir arada durabilmekten alan bir direnişti. Halk TV, o dönem benimsediği sansürsüz yayın politikasıyla siyaset üstü bir konum kazanmıştı. Önceden çoğunluğu CHP seçmeni olan bir izleyici kitlesine sahipken, Haziran Direnişi’nde gerçek haber almak isteyen her görüşten yurttaşın adresi olmuştu Halk TV. Bu, bir yayın kuruluşu için kazanılması güç bir konumdur. Gezi sürecinde yakalanan bu rüzgar, zamanla yanlış yayın politikalarının kurbanı edildi. Mesele yayın yasaklarına uyup uymamaktan daha vahim. Halk TV kimliğini kaybetmiş durumda. Daha doğru bir tanımlamayla Halk TV’nin kimliğinin çalındığını söyleyebiliriz. Balık baştan kokar. Yönetici, halkın çıkarlarını gözeterek değil, güç ve konforunu kaybetmemek için adım atıyorsa, ortaya böyle kimliksiz bir yapı çıkıyor maalesef. Ve bu yapı nedeniyle; CHP’nin kanalı olarak algılanan Halk TV çok yazık ki uzun bir süredir CHP’ye en büyük zararı veren kurumdur aynı zamanda.
“Halk Tv, televizyonculuktan zerre anlamayan, kişisel çıkarları doğrultusunda yayın politikası belirleyen bir yöneticinin elinde heba ediliyor”
-“Yayın yasaklarına uymadın” denilerek işten çıkarıldım. Ensar Vakfı’na dönük bir kollama tutumu olduğunu düşünmüyorum. Tabii bilemem işin aslını. Ama benim gözlemim ortada o vakfı korumak ya da yayın yasaklarından çok daha büyük bir sorun olduğu yönünde. Asıl sorun yönetim ve kişisel çıkarlar doğrultusunda şekillenen yayın politikası. Karanlık zamanlardan geçiyoruz. Medya aracılığıyla şekillendirilen bir toplum var ortada. Toplum mühendisliğiyle yurttaşlarımız algı operasyonlarının kurbanı edilmiş durumda. Bilgi kirliliği had safhada. İnsanlar neye, kime inanacağını şaşırıyor artık ve kendi çabalarıyla doğru bilgiye ulaşma gayreti içindeler. Böyle bir dönemde toplumu aydınlatması, gerçeğin ta kendisini haykırması beklenen Halk TV ise televizyonculuktan zerre anlamayan, kişisel çıkarları doğrultusunda yayın politikası belirleyen bir yöneticinin elinde heba ediliyor.
“Halk tv’ye tam da bugün ihtiyaç var”
-Onun kaygısı daha ziyade oportünist bir bakış açısına sahip olması ve bunu yayın politikaları aracılığıyla Halk TV’ye yansıtması. Sahip olduğu makamı ve konforu kaybetmekten korkuyor. Haliyle kanalın yayınları da bu korkunun esareti altında gerçekleşiyor. Medya sektörü çağımızın en büyük silahı. Havuz medyası bu silahı iktidarın çıkarları için halka çevirmiş durumda. Üzerimize ateş ediyorlar adeta. Kullandıkları ayrıştırıcı dille hergün acımasızca toplumun vicdanını, hoşgörüsünü öldürüyorlar. Yerine de; kullandıkları nefret dili ve yaydıkları yalan haberlerle keskin çizgilerle birbirinden ayrışmış kindar bir toplum inşaa ediyorlar. Gezi Direnişi’ndeki yayın politikasıyla toplumun güvenini kazanmış Halk TV’ye tam da bu noktada çok ihtiyaç var. Doğru bir dille doğru bir yayıncılık yapılmalı. Mütedeyyin ya da değil; toplumun hiçbir kesimi ötekileştirilmeden, küçümsenmeden benimsenmesi gereken “barış” diliyle, havuz medyasının yaydığı kin ve nefrete panzehir olmalı. Halk TV birilerinin eline oyuncak edilmeyecek kadar hayati bir konumdadır. Büyük bir halk desteğiyle ayakta kalan Halk TV’nin yayınları; yöneticisinin korkularının gölgesinde değil, o büyük halk desteğine yakışır bir cesarette ve kararlılıkta olmalıdır. Yurttaşlar, çocuklar tecavüze uğrarken susmayacak Halk TV’yi geri istiyor. O büyük desteği de bunun için veriyor kanala, gerçeği öğrenmek için, yöneticisinin egoları için değil!
“Halk tv’de Sola tamamen kapalı bir yapı var”
-“Korkmuyoruz, sansüre boyun eğmiyoruz” düsturu yalnızca reklamlarında kaldı kanalın. Reklamlarda “sansüre boyun eğmiyoruz” diye haykırılıyor ama bu eğilim, zihniyetlerinden tamamen silinmiş durumda. Şaban Sevinç’in “marjinal” diye tabir ettiği şey “sol”dur aslında. Sol, toplumun vicdanıdır. Sola tamamen kapalı bir yapı var şu an Halk TV’de. Nasıl bir kanala dönüştüğünü buradan dahi anlayabilirsiniz. O gün sola “marjinal” diyen Şaban Sevinç’in; Haziran direnişinde “çapulcu bunlar” diyen Erdoğan’dan hiçbir farkı yoktur. Enver Aysever de tıpkı benim yaşadığım gibi bir süreç yaşadı. Konuşulması gereken konuları gündemine aldı ve yayınları bitirildi. Çünkü bu ülkede konuşulması gereken konular mutlaka birilerinin çıkarlarına ters düşüyor. Ve Gezi sürecindeki “sizin çıkarlarınız bizi bağlamaz, biz yalnızca halkın çıkarlarını gözetiriz” refleksi yok artık yönetimde.
“İlk Ayrılışım Hakan Aygün’ün küfür ve hakaretleri yüzündendi”
-Enver Aysever’e bu tavır gösterildiğinde istifa etmeyi düşündüm. Fakat daha önceki istifamı hatırlayıp, bir süre daha mücadele etmeye karar verdim. Halk TV’den ilk ayrılışım Hakan Aygün tarafından küfür ve hakaretlere maruz kaldığım içindi. Sonrasında susmamın, açıklama yapmamamın nedeni Halk TV’yi yıpratmamaktı. Çünkü o dönem de Halk TV benim için Hakan Aygün’ün egolarından çok daha önemliydi. Ülke Haziran direnişinde Halk TV sayesinde kenetlenmişken, “biz diktaya karşı direniyoruz ama bakın burda da bir başka dikta düzeni var, gece gündüz gaz yiyoruz, savaşın ortasında Suriye’de röportaj yapıyoruz takdir edilmek yerine küfür ve hakarete maruz kalıyoruz, Erdoğan’a kızdığınız ego ve kötü muamele Halk TV’de de var” diyerek toplumun umudunu kırmak istemedim, elimizde kalan son şey gibiydi, sığındığımız limandı Halk TV. Kanalı yıpratacak her tür sözden kaçınmalıyım diye düşündüm. O gün hangi sorumlulukla sustuysam, bugün de aynı sorumluluk duygusuyla konuşuyorum. Halk TV’nin uçurumdan aşağı bırakılma lüksü yok. Halk TV bizim. Basın emekçilerinin alın teriyle Halk TV, “halkın” kanalı oldu, Hakan’ın ya da Şaban’ın egolarıyla, hırslarıyla değil.
“Enver Aysever’in yayınları btitrildiğinde Halk Tv’deki diktatörlüğü anladım”
– Enver Aysever’in yayınları bitirildiğinde Halk TV’nin nasıl bir diktatörlükle yönetilir hale geldiğini çok net anladım. “Halk TV bizim” diye düşünüp mücadele etmeye karar verdim. Şaban Sevinç’e kullanılan dil ve üslubun son derece yanlış olduğunu defalarca anlatmayı denedim. “Karanlık günlerden geçiyoruz, bize çok görev düşüyor. Tarih bu günleri yazacak, Halk TV’yi, sizi, bizlerin yaptıklarını yazacak. Sorumluluğumuz büyük. Günlük siyasi kaygılarla değil toplumsal sorumlulukla haber yapmalıyız. Doğru bir dil kullanmalıyız, “barış” önemli. Ülke uçurumun eşiğinde, bir şeyler yapmalıyız” dediğimde “şu an barış değil siyaset zamanı” cevabını aldım. Seçim öncesi aldığım bu cevap Şaban Sevinç’in, düzenin çarkında bir dişli olduğunun kanıtıydı adeta. Yapmak istediğimiz pek çok haber sansürleniyor, susturulmaya çalışılıyoruz, hem de en çok inandığımız yerlerden birinde, halkın kanalında. “Çocuklar tecavüze uğrarken susulmaz” çığlığına bile tahammülleri yok. Çünkü o rahat koltuklarının sarsılmasından korkuyorlar. Şunu da gözardı etmemek gerekir ki Halk Tv’de havuz medyasındakine benzer bir gazeteci kıyımı yaşanıyor. Ben ya da Enver Aysever meselesi değil bu. Daha önce de pek çok isim var işten çıkarıldığı için kamuoyuna yansıyan; yöneticinin egosu, hırsı ve çıkarlarına kurban edilen… Yandaş medyadaki haksız işten çıkarmalara feryat edip, basın özgürlüğü temalı yayınlar yapıp, aynı kıyım kültürünü kendi kurumunda da devam ettiren bir yapı var karşımızda. İsyan ettiği bu kıyım yöntemini kendi çalışanlarına uygulayan yönetim ne kadar samimidir sizce?
“Boyun eğmeyen gazetecilere yurttaşlarımız sahip çıkmalı”
– Her konuda susan bir toplum olduk. Konuşan, eleştiren cezalandırılıyor. O kişi cezalandırılırken çevresindekiler “aman bu iş bana bulaşmasın” diye kendini korumaya alıyor ve ses çıkarmıyor. Bu korku dalgasını kırmak gerek. Gazetecilere, siyasetçilere ve elbette birer yurttaş olarak hepimize çok iş düşüyor bu anlamda. Neyse ki hâlâ bu cesareti koruyan gazeteciler var. Örneğin Karaman’daki tecavüz haberini, iktidara yakın bir vakıfta yaşanmasına rağmen korkusuzca sayfalarına taşıyan BirGün gazetesi çalışanları var. Haberin sosyal medyada duyulurluğunu da, bilinirliğini de onların, bu iğrençliği cesaretle işlemeleri sayesinde öğrendik. Neyse ki düzene boyun eğmeyen, haksızlıkları, yolsuzlukları, adaletsizlikleri korkusuzca gün yüzüne çıkaran basın emekçilerimiz var. Gidişattan hoşnut olmayan yurttaşlarımıza düşen de bu emektar gazetecilere sahip çıkmak olmalı.
“Sorulması gerekenleri sorunca hedef oluyorsunuz”
-Ülkede biat kültürü hakim kılındı ne yazık ki. Sorulması gereken soruları sorup, üzeri örtülmeye çalışılan konuların üzerine gidiyorsanız hedef haline getiriliyorsunuz. Yaşanan adaletsizliklere ilişkin yayınlar yaptığımızda, “terörist misin? devlete karşı mı çıkıyorsun?” refleksiyle karşılaşıyoruz. İktidarın icraatlerine karşı getirilen her eleştiri “vatan haini” sıfatıyla karşılık buluyor. Ben sadece sorulması gereken soruları soran, dilim döndüğünce gerçekleri haykırmaya çalışan bir basın emekçisiyim. Gazetecinin görevi soru sormaktır, gerçekleri aktarmaktır. Gerçekler herkes tarafından sevilmez. Yaptığımız yayınlar nedeniyle mutsuz, huzursuz olan çıkar çevreleri oluyor haliyle. Oysa ki gazetecinin görevi ya da amacı kimseyi memnun etmek değil doğru bilgiyi aktarmaktır. Kimseyi memnun etmek gibi bir önceliğimiz yok, halk dışında. Halka doğru bilgileri aktarırız, rahatsız olan varsa olsun.
“Şimdiye kadar hiç kadın yönetici ile çalışmadım”
– Üzülerek söylüyorum ki sektörümüzde kadın yönetici pek yok örneğin. Şu ana kadar hiç bir kadın yöneticiyle çalışmadım. Yalnızca basın sektöründe değil toplumun her kolunda yaşanan bir sıkıntı bu. Daha da vahimi erkek yöneticilerin kadın çalışanlara yönelik taciz ve mobbingi… Çok derin bir konu. Uzun uzun konuşulması gereken, başlı başına ayrı bir röportaj konusu bu… Sektörün genelinde bir dayanışma kültürü yok. Pek çok kişi haksızlıklar karşısında susup, konumunu ve işinin devamlılığını korumaya çalışıyor. Fakat TGC ‘de bir grup yürekli kadın gazeteci var dayanışma kültürünü yaşatmak için yoğun bir emek harcayan. İşsiz bırakılan, haksızlığa uğrayan kadın meslektaşlarının yanında olmayı düstur edinmişler ve iyi ki varlar… Sesime ses olan bu yürekli kadınlara sizin aracılığınızla selam olsun…
“Yüksek perdeden mücadeleye devam edeceğim”
– Bir süre dinlenip, tamir olmak istiyorum öncelikle. Savaştığımız dikta koşullarının bizim mahallede de benimsendiğini ikinci kez görmek, yaşamak ruhuma pek iyi gelmedi takdir edersiniz ki. Fakat ateşimi körüklediği kesin. Şimdi daha yüksek perdeden mücadele etme kararlılığındayım. Gazeteciliğe de, soru sormaya da her koşulda sonuna kadar devam! Bu vahim tabloyu; yani yozlaşmanın yandaş medya dışına taşıp, muhalif medyayı da zehirlediği bu kaygan zemini görünce mücadeleye kendi içimizden başlamamız gerektiğini çok net anladım. Önce içimizdeki çıkar düşkünleriyle hesaplaşmamız, sonra iktidarın yanlışlarına sorularımızla kafa tutmamız gereken çift başlı bir kavganın içindeyiz. Her şeye rağmen umudumu koruyorum.
Günlerdir binlerce destek mesajı aldım. Fakat bu olaya kişisel değil toplumsal bir kaygıyla bakıyorum. Destek veren tüm dostlara teşekkürler, ülkede vicdanlı, dürüst, haksızlığa baş kaldıran yürekli, bu düzende kirlenmeden tertemiz kalabilmiş yurttaşların hâlâ var olduğuna olan inancımı pekiştirdiler. Yalnız değiliz, çokuz, korkmayın, yalnızca birarada durma örgütlülüğümüz olmadığı için birbirimizden habersiziz o kadar. Haziran Direnişi’nde cesur yayınlarıyla gönüllere yerleşen HalkTv’nin, çocuklar tecavüze uğrarken susmayı tercih eden bir yapıya dönüşmesine müsaade edilmeyeceğine inanıyorum. Halk TV bizimdir! Mücadeleye devam…