90’lı yılların sonunda, katıldığı bir törende yaptığı açıklamalar nedeniyle, linç kampanyasına maruz kalarak, Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya, Sputnik’e konuştu.
Gülten Kaya’nın, Sputnik’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Ahmet Kaya’nın ‘Diyarbakır Türküsü’, Tahir Elçi’nin öldürülmesinin ardından, sosyal medyada sıkça kullanıldı. Elçi’nin hayatını kaybetmesinin ardından neler hissettiniz?
İnsanlığı bir arada tutan ortak insani değerler vardır. Elbette sanat, özellikle toplumcu sanat bu değerlerden biridir ve içinde yaşadığınız çağın ve ülkenizin gerçeklerine ışık tutar. Ahmet Kaya tüm sanat hayatı boyunca halkların acılarına ve mağduriyetlerine tanıklık etti ve bu tanıklığı bizlere sanat yoluyla anlattı. Keşke yıllar önce yaratılmış bir eser bugünü de ifade etmek yerine, sadece değerli bir eser olarak yer etseydi kalplerde ama bu ülkede değişim çok ağır seyrediyor ve bu coğrafyada hâlâ cinayetler var, gözyaşları var. Özellikle Kürdistan coğrafyasında. Değerli Tahir Elçi, insanlık için güzel ve önemli düşlere sahip bir barış insanı ve bir hukukçuydu, dolayısıyla ona yapılan bu düşlere sahip olan herkese yapılmış oldu.
‘SİYASET BİR KAN DAVASI DEĞİLDİR’
Devlet dediğimiz yapı, aklı ve gücü ile bu ve bunun gibi cinayetleri önlemekle yükümlüdür. Kendilerini çok güçlü olarak tahayyül edenlerle, sahiden güçlü olanlar arasında süren haritaları yeniden belirleme süreçlerinde insanlığın yol alabilmesi çok zordur. Zalimleşmeyi ve gaddarlaşmayı da beraberinde taşıyan bu haksız ve dünyevi hırsların sonuçlarını yaşıyoruz. Siyaseten de yanlış ve kör adımlar, öngörülemeyen kaoslara ve acı sonuçlara yol açmakta ve bu da giderek toplumsal çöküş süreçlerini hızlandırmaya hizmet etmektedir. Zira siyaset bir kan davası, ya da bir intikam alma biçimi değildir. Böyle düşündüğünüzde, karşınızdakini mütemadiyen ezeli ve ebedi bir düşman olarak algılayıp, halkları bir arada tutan ortak insani değerleri yok edersiniz. Bu da toplumsal bir çöküşü beraberinde getirir. Tahir Elçi cinayeti çok hassas bir kırılganlığa daha yol açtı.
‘KENDİSİNİ HEP ‘TÜRKİYELİ KÜRT’ OLARAK İFADE ETTİ’
Daha önce “Ahmet Kaya yaşasaydı, Diyarbakır’da Kürt halkının yanında olurdu, Sayın Barzani’nin yanında olurdu” dediniz. Ahmet Kaya’yı Kürt halkının vicdanı olarak mı değerlendirmek gerekiyor?
Ahmet Kaya muhalif bir sanatçıydı ve ‘erk’ denen hiçbir yapının içinde yer almadı, yakınında durmadı. Onun projeksiyonu hep halklara ve onlara yapılan haksızlıklara, insanlığın mağduriyetlerine dönüktü. Haksızlık kime yapılırsa yapılsın, inandığı demokratik değerler gereği onun ideolojisine bakmadan onun yanında yer alırdı. Tüm dünyada sayıları milyonlarla ifade edilen Kürt halkına ve onların en temel ve en insani haklarına yapılan haksızlıklarda da safı belliydi onun. Kendisini hep ‘Türkiyeli Kürt’ olarak ifade etti ve kendi kültürel kimliğinin mücadelesini verdi. Kürt coğrafyasında ya da dünyanın başka bir yerinde haklı bir mücadele varsa, Ahmet Kaya o mücadelenin yanında en büyük silahıyla, sanatıyla yer alırdı zaten. 90’lı yıllar boyunca Kürt halkına yönelen vahşet onun birçok eserinin yapıtaşını oluşturmuştur. ‘Kürtlerin vicdanı’ ya da başka halkların vicdanı olmak rolü bir sanat insanına dışarıdan verilmez, o zaten o vicdana sahip olduğu için mücadele alanı sanattır. Sayın Mesud Barzani’nin Diyarbakır’a geldiği gün, eşimin yokluğunun yıldönümüydü. Paris’te, eşimin başucundaydım ve eğer yaşıyor olsaydı, onun da Diyarbakır’da olacağını çok güçlü hissettim. Aynı şekilde, bugün aramızda olsaydı, Rojava’da yükselen haklı mücadelenin yanında, Şengal halkına yapılan zulmün karşısında olurdu. O, varoluşunu böyle anlamlandırırdı.
‘2015 TÜRKİYE’SİNDE KÜRT HALKINA YÖNELİK POLİTİKALARDA DEĞİŞİKLİK YOK’
Türkiye’nin şu andaki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 90’lı yıllardan bugüne siyaseten bir değişiklik görüyor musunuz
Türkiye, bazı zorunlu dinamikleri atlayarak inşa edilmiş olmasının üzerinden neredeyse yüz yıl geçse de, atılması zorunlu bazı tarihsel adımların gerisindedir hala. Örneğin demokratikleşme ve Kürt sorunu. Ki bu her iki sorun birbirini karşılıklı olarak çok etkiler ve belirler. Biri diğerinin olmazsa olmazıdır. Yakın tarih boyunca neredeyse her 10 yılda bir askeri darbeye maruz kalmış bir ülkeden söz ediyoruz. Bu da, o tarihi zaman dilimlerinde askerin siyasete hakim olarak ülkeyi en çok da demokratik haklar bakımından geriletmesi sonucunu besleyen ve yaratan faktörlerden biridir. Bir imparatorluktan, demokratik bir cumhuriyete geçişin bu ağır seyri içerisinde, gelinen aşamada çok yol alındığı söylenebilir mi? Kişisel düşüncem hayır. Sivil siyasetin de kendisini hapsettiği ufuksuzluk/vizyonsuzluk üzerinden bakıldığında da ne demokratik haklar ne de sokaktaki hak arama mücadelesine dönük (özellikle şiddet açısından) bir değişiklikten söz edemem. Siyaset dinamiklerinin bu ülke gerçeklerini çok iyi okuduğundan da emin değilim. Yani bu okuma doğru anlamda gerçekleşse ve/fakat toplum buna hazır olmasa, bu daha anlaşılabilir olur ama içinde bulunduğumuz durumu böyle de açıklayamıyoruz. 90’lı yıllarla 2015 Türkiye’si arasında gündelik hayatta Kürt halkına yönelik yok sayma, ötekileştirme ve şiddet açısından bir değişiklik olmadığını düşünüyorum. Sorunun çözümü konusunda yeni bir niyet ve vizyon ifade edilerek bazı adımlar atılmak istendi belki ama maalesef bu adımların devamı gelmedi ve başladığımız yere geri döndük diye düşünüyorum.90’lı yıllarda Kürt bölgesinde olağanüstü hal denen bir uygulama vardı ve bu da kısmi sıkıyönetim demekti. Şimdilerde ise bu sadece biçim değiştirmiş gibi görünüyor. Zira kısmi de olsa günler süren sokağa çıkma yasakları, 90’ları yaşayanların bilinçaltında yeniden güncelleniyor maalesef. Güvenlikçi politikalar, bazı yetkilerin valilere devri vb uygulamalarla yeniden bir keyfiyetin doğduğunu gözlemlemek mümkün. Sivil ölümler ve insan hakları ihlalleri sayılamayacak kadar çoğaldı.
‘HDP’NİN TEKLİFİNDEN ONUR DUYDUM’
HDP’den milletvekili adaylığınız çokça konuşuldu, neden kabul etmediniz? Bugün tekrar teklif yapılsa kabul eder misiniz?
Bu tekliften onur duydum. Burada paylaşmak istemediğim özel ve kişisel nedenlerim vardı elbette ama yapacağım herhangi bir işte verimli olmak isterim. Gücümü, üstleneceğim sorumluluğu, sağlığımı ve enerjimi de gözden geçirmek zorundaydım. Türkiye’nin içinden geçtiği süreçte siyaset zemininde olmak sahiden çok dinamik bir performans da gerektiriyor çünkü siyaset yorucu bir alan. Öte yandan, aklım ve kalbim her zaman mazlum halkların yanındadır.
Ahmet Kaya, Tahir Elçi ve Hrant Dink… Bu üç ismin sizce ortak yönleri var mı?
Aralarında paralellikler olduğunu düşünüyorum. Yakın tarihe baktığımızda benzeri dolaylı ya da doğrudan tüm cinayetlerin öznesinin genellikle etki gücü ve alanı büyük insanlar olduğunu görüyoruz. Demokrasi ve barış yanlısı olan ve kendi etki alanlarında barışçıl yöntemlerle mücadele eden, ama gerçekleri de cesaretle dile getiren ve ezber bozan muhalif insanlar bunlar. Her üç ismin hedef yapılması sürecinde ne yazık ki medyanın da rolü var (ve artık sosyal medyanın da). Merkez medyanın en büyük gazetesi ve bazı televizyon kanalları o sıralar Ahmet Kaya’yı doğrudan hedef haline getirmişti. Hep söylerim, eğer yurtdışına çıkmasaydı belki çok daha erken kaybedebilirdik onu ama zaten yürütülen linç kampanyasının ve hakkında yapılan manipülasyonların sonu gelmek bilmedi ve bu hırpalanma/yalnızlaştırılma, yargılanma, hapis cezası alma, ülkesine dönüş yollarını tamamen kapatılması sürecine kalbi daha fazla dayanamadı. Hrant Dink ve Tahir Elçi; onlar da barışı ve demokratik bir ülkede halkların bir arada yaşamasını savunan son derece değerli aydınlardı. Her ikisi de dostumuzdu, halkların dostuydu. Çok üzgünüm.
Röportajın tamam için tıklayın