Cinnet toplumunun aklını korumaya çalışan çocuklarıyız. 15 yaşındaki evladımız Berkin Elvan gaz fişeğinle katledilirken, Ülkenin, “bir numarası”, 3 yıl önce “Polise emri ben verdim” demişti. Bundan da kuşkumuz hiç olmamıştı.
Kadına şiddet Türkiye’nin gündeminden düşmüyor, her geçen gün artarak vicdanımızı deşiyor. Geçen hafta Ayşegül Terzi adlı 23 yaşında bir yurttaş, şort giydiği gerekçesiyle İstanbul’da bir belediye otobüsünde bir sapkının saldırısına uğradı. Sapkın, çıkarıldığı mahkemede serbest bırakıldı.
Büyük olasılık, bu sapkın motivasyonunu, annesinin babasının tek bir kötü sözcüğüne maruz kalmayan bizleri, 14 yıldır azarlamayı rutine bağlayan Reis’inden almıştı. Ve daha nice bozukluklarıyla…
Doktor Gülsüm Kav, “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu” Sözcüsü… Dr. Kav, kadına şiddetin olduğu her yerde, direnişçi yoldaşlarıyla birlikte erkek egemen faşizmin önüne, platformuyla birlikte, barikat kuruyor. Kendisiyle, Gazeteport’a son dönemde kadınlara yönelik barbarlığı ve olan biteni konuştuk.
Kutlu Esendemir ([email protected])
Ayşegül Hanım’ın bindiği o otobüste ne yaşandı?
İsminin Abdullah Çakıroğlu olduğunu ve bir güvenlik firmasında çalıştığını öğrendiğimiz fail emniyetteki ifadesinde, “Psikolojik tedavi gördüğü için istem dışı” tekme attığını öne sürdü. Ayrıca “Arkadaşlar her şey kontrol altında… Sıkıntı yok, gerekli izahatları yapacağım. Vandalların saldırısına uğradım, 20 tane solcu terörist bana saldırdı. Her şey İslam hukukuna göre oldu” şeklinde düzmece bir şekilde konuştu. İnsanın aklına “Kabataş yalanı” geliyor; orada saldırı düzmeceydi.
Nereye varmak istedi?
Burada saldırı gerçek ifade düzmece. Bu arada Ayşegül’ün ve görgü tanıklarının ifadesindeyse, “Şort giyenlerin şeytan oldukları için öldürülmesi gerektiğini” söyleyerek saldırdığını biliyoruz. Bunların toplamında failin tam bir yobaz olduğunu; IŞİD motivasyonuna sahip olduğunu yani tekmeyi kadınların özgürlüğüne, laikliğe demokrasiye attığını söyleyebiliriz.
Otobüstekilerin saldırıyı izlemesi, şoförün Terzi’yi bırakıp kaçması nasıl açıklanabilir? Nasıl bir körlük ya da şiddete onay verme biçimidir bu?
Aslına bakarsanız hayatımızın her tür geriliminde olduğu gibi burada da çelişkiler var.
Ne gibi?
Toplumda farklı yaklaşımlar var. Bizim toplumuzda şiddete tanık olup izleyen de var. Bu elbette bir onay verme biçimi ve karşımıza en sık olarak, “Karı-koca arasına girilmez” gibi bir kötü gelenekle geliyor.
Buradan nereye varıyorsunuz?
Toplum değişmeye de başlıyor, bir kadının hayatını kurtarmak için hayatını kaybedenler var ve bu oran giderek artıyor. Veya elindeki imkan neyse onu kullanarak.
DURAKTA İNİYORLAR
Mesela?
Balkondan saksı fırlatarak, konu komşu oklavayla kapısında nöbet tutarak kadın cinayetinin önlendiği örnekler de gördük. Bir de bu olaya mahsus başka bir gelenek de var biz de. Toplu taşıma araçlarındaki tacizlerde kadının ve etrafta seyirci kalmayanların tepkisiyle saldırganı durakta indirme geleneği bu. Bir yandan sahip çıkma yönü olsa da aslında tartışmalı çünkü bir tür “cezasız bırakma” ya da “cezayı kendi kesme” ile sonuçlanıyor. Toplumsal bir emsal oluşturmuyor.
Sonuçta?
Sahip çıkma refleksi iyidir ve korumalıyız ancak onun asıl yapılması gerekenle; modern hak arama bilinci ve faile gerçek bir yaptırım uygulanmasını sağlama ile birleşmesi lazım. Burada da Ayşegül arkadaşımızın anlattığına göre kardeş olan üç genç insan faili uzaklaştırıyor, durakta indiriyorlar. Ama sonrasında Ayşegül şiddetin şokundeyken, ona gereken destek verilmiyor, yalnız bırakılıyor. Yapılması gereken Ayşegül’ün sağlık hizmetlerine kavuşturulması ve olay sonrasında hemen karakola, adli makamlara giderek kamera kayıtlarından failin aranmaya başlamasıydı.
TAYT İNDİRİMİ
Terzi’ye saldıran Abdullah Ç, polise verdiği ifadede, “Giydiği şort ortama uygun değildi. Bu nedenle yaptım” demiş. Sizin sıklıkla karşılaştığınız bir gerekçe mi bu?
2010 yılından bu yana takip ettiğimiz kadın cinayeti, cinsel şiddet ve bilumum kadın hakları ile ilgili davada, örneğin cinsiyetçi dille ilgili yaptığımız suç duyurularının yanıtlarında benzer çok örnek gördük.
Ne gibi?
Erzurum Adliyesi şiddet gören kadının tayt giymesi nedeniyle faile utanmadan, “Tayt indirimi” başlığında indirim verebildi. Muhterem Göçmen’in katili, işsiz, lümpen ve her tür rezilliğin içindeki bir adam olduğu halde kendini, “Başını örtmediği için öldürdüm” diye savundu, iyi hal indirimi aldı. Son dönemde kadına yönelik suç işleyenlerin isnatı çok kolay olan, “Cumhurbaşkanımıza hakaret etti” savunması revaçta. Daha birçok örnek sayabilirim ama bir de suç duyurularımıza verilen yanıtlardan bahsetmek istiyorum.
Lütfen.
Bülent Arınç’ın kahkaha atan kadını hedef göstermesine ve bir çok köşe yazarının defalarca kadın düşmanlığı yapmalarıyla ilgili başvurularımıza hep aynı yanıt; “İfade özgürlüğü kapsamındadır” cevabı geldi. Bu nasıl ifade özgürlüğüyse, memlekette mesleği ifade etmek olan yazarlar, gazeteciler cezaevinde ama kadın düşmanları hep özgür.
IŞİD’LİLER GİBİ
Bir hekim olarak, bu tür saldırganların cinsel bozukluklarına dair gözlemleriniz oldu mu?
Bu failin motivasyonunu konuşurken aslında işin açık olan tarafını konuştuk. Bir de bu kadar açık görünmeyen bir taraf var.
Nedir o?
Psikanalitik olarak düşündüğümüzde erkek egemenliğinin, maçoluğun dehşet seviyesinde olduğu ve cinselliği yaşama şekli sağlıklı yerleşmeyip şiddetle ilişkilendirilmiş bir toplumda, bu adamın saldırısının temelinde de cinsel motivasyonu, cinsel şiddeti bulabiliriz. Yani bu aynı adam potansiyel bir tecavüzcü de olabilir, yine tıpkı İŞİD’liler gibi. Ancak bu, cinsel şiddet uygulayan erkeklerin “sapkın” oldukları anlamına gelmiyor. Tam tersine birbirini hiç tanımayan ve birbirine benzemeyen farklı erkeklerin dünyanın her yerinde benzer cinsiyetçi kalıplarla şiddet uygulamaları gerçeğini, yani bunun politik bir sorun olduğu ve adının erkek egemenliği olduğu gerçeğini gizliyor.
Açar mısınız Lütfen?
Şiddete başvuran erkekler, hasta oldukları için değil, kadınları her şeyi yapabilecekleri bir mülk; bir eşya olarak gördükleri, yani politik ve etik olarak kadınları kendileriyle eşit görmedikleri için, siyasal tercihleri bu olduğu için böyle yapıyorlar. Burada ayırt edilmesini önemli bulduğum birkaç nokta daha var.
Nedir o?
Birincisi Ayşegül’e saldıran adamın da, bir çok kadın katilinin de başvurduğu yol olan ruh sağlığı hastalığına sığınma ve toplumun bunu rahatça konuşmasının kendisi de, ruh sağlığı hastasına karşı bir haksızlık ve şiddet biçimi. Damgalamak da bir insan hakları ihlalidir ve örneğin bir şizofrenin suç işleme olasılığı, toplumdaki diğer insanlardan daha yüksek değildir.
ŞORT BAHANE
Başka?
İkincisi cinsel suçlarda, hemen “sapık”, sapkın” terimini kullanmamız hem gerçek sorunu örtüyor oluşu hem de kendisinin gerçek olmayışı.
Anlamadım.
Şöyle ki; gerçek cinsel sapmalar tecavüzde ve hatta pedofili bile ancak belirli ve az bir orandır. Çünkü cinsel suç olarak kabul edilen eylemlerin, saf bir cinsel eylem olarak kabul edilmesi yanlıştır. Bu eylemler, bir cinsel birliktelik biçimine karşılık gelmez. Kişiyi bu suça ve suçun yinelemesine iten motivasyon sadece cinsel nitelikte değildir. Sıklıkla şiddet uygulanmasının, başkası üzerinde güç kullanımının ve iktidar sergilenmesidir. Tıbben böyle kavramsallaştırılır.
Kadının giyim tarzına dönük şiddette geçtiğimiz yıllara kıyasla bir artış görüyor musunuz?
Evet görüyorum ve bu artışı belgelemek için son birkaç gündür yaşadığımız olgular… Ayşegül’e şort giymesi bahane edilerek tekme atılması, İzmir’de Neriman öğretmenin darp edilmesinde yine kıyafetin söz konusu edilmesi bile yeter. Öte yandan gündelik hayatımızın bir parçası gibi bu olgu – her ne kadar içeriğini boşaltarak verseler de -ana haber bültenlerine ya da gazetelere bakmamız yeter. Aynı zamanda kadın arkadaşlarımızla bir araya geldiğimizde mutlaka başımızdan geçen giyim tarzına, yaşam tarzına laf atma, sataşma yoluyla yapılan müdahale örnekleri ve elbette buna karşı tepki ve mücadele anlatılıyor.
‘YARIM KADIN’
Toplumda yaşanan şiddetin, siyasetin kadın üzerinde kurduğu dille bir ilişkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Kadına yönelik şiddet çok eski bir tarihe sahip ve Türkiye’de şu anda ne yazık ki her alanda en arkaik ve çağdışı geleneklere yaslanarak büyüyen bir siyaset tarafından yönetiliyor. Dolayısıyla toplumda hali hazırda var olan kadına yönelik şiddet ve ayrımcılıkla kıyasıya mücadele edilmesi gerekirken, iktidarın tam tersine onu besleyen, ondan beslenen yaklaşımı, şiddeti teşvik ediyor. Açık bir kriz doğurmuş durumda. Yaşadığımız son olaylarda, kadınların nasıl giyineceğine müdahale etmeye çalışma hali de akla önce ofisinden Kadıköy iskelesini seyrederken kadınların kıyafetlerinden rahatsız olan başbakanı getiriyor.
Siyaset bu tür saldırıları cesaretlendirici tutum takınıyor mu? ,
Burada iki ana çark siteminden söz etmek istiyorum. Kadınlarla ilgili olarak, Cumhurbaşkanı’ndan (Tayyip Erdoğan) başlayarak, bakanlar, bütün yöneticiler esas çekirdek fikir olarak “fıtrat” fikrini; kadınların erkekle eşit olmadıklarını ve yerlerinin ev, görevlerinin çocuk doğurmak olduğu fikrini hemen her gün tüm topluma boca ediyor.
Bunu nasıl anlamalıyız?
Kadına bakışa dair asıl çark bu ve bununla birlikte dönen sayısız çark var. Doğum kontrolüne savaş açmaktan, anne olmayan kadına, “Yarım kadın” demeye, kahkaha atan kadını hedef göstermekten, Diyanet sitelerinden ensest fetvalarına, çocuk istismarının aklanmasından, boşanma komisyonuna kızlı erkekli evden dekolteye irili ufaklı sayısız çark dönüyor.
ÇARK ŞU
Ya sonrası?
Kadına karşı suç işleyen hiçbir erkek açık adıyla kınanmıyor. Tam ifade ederek şiddete karşı tutum alınmadığı gibi her seferinde kadınlar suçlanıyor. Her seferinde erkek şiddeti aklanıyor, cezasız bırakılıyor. Yukarısı böyle olunca, aşağıdaki kamu görevlileri görevini yapmıyor.
Nasıl dönüyor bu dünya?
Güya kadından sorumlu bakan kadınlarla hiç ilgilenmiyor. Kolluk kadını korumuyor. Savcı şiddet uygulayan erkeği serbest bırakıyor. En son toplum katındaysa şiddete meyilli erkeklerin adeta sırtları sıvazlanıyor ve aklılarından geçirdiklerini bu cesaretle gidip uyguluyorlar.
Soluksuz bir odadayız gibi.
Haa! Ayrıca reel olarak da kadın örgütlerinin çözüm önerilerine ilişkin hiçbir somut adım atılmıyor, örneğin Türk Ceza Kanunu ve Ceza İnfaz Kanunu’na somut madde önerilerimizle ilgili yasalarda bir gecede çok köklü değişiklikler yapıldığı halde hala Meclis’te bekliyor. İkinci ve tüm toplum için geçerli olan esas çark ise şu.
Nedir?
Türkiye’de şiddete dayanarak, demokrasinin tümüyle ortadan kaldırıldığı, tek adamın yönettiği İslami teokratik bir rejim zorlanıyor. Öyle bir zora dayalı ki, başkan olamayınca yapılan seçimi iptal etmeye, Meclis’i hiçe saymaya kadar varmış olan bu zorbalık, başka her tür haksızlığın, hukuksuzluğun, yolsuzluğun aslında büyük bir çürümenin önünü açtı.
ŞİDDET GENÇLEŞİYOR
Genel durum bu olunca ne yapılabilir ki?
Mesela kadınların payına da reddettiği ya da ayrılmak istediği erkek tarafından öldürülmek düşüyor. Kafasına yatmayan seçimin iptal edilebildiği ülkede, erkekler kadınların aldığı kafalarına yatmayan kararları tanımıyor. Zorla güzellik olmaz ama buradan öğrenmiş olarak çok rahat ve cesaret kazanmış biçimde bunu deniyorlar.
Önceki gün de İzmir Bornova’da, öğretmen Neriman Ç. önce 2 erkek tarafında tacize, sonra da saldırıya uğradı. Bu tür şiddet vakaları size sıklıkla yansıyor mu?
Yansıyor elbette. Özellikle sosyal medya adreslerimizden ya da sıklıkla tavsiye edilmemizle çok sayıda başvuru alıyoruz. Hep olumsuz gelişmelerden söz ettik ama bir yandan da Türkiye toplumunda şöyle olumlu bir gelişme var.
Ne gibi?
Kadınlar haklarına daha fazla sahip çıkıyor ve bu baskı ortamına karşı direniyorlar. Türkiye’li kadınlar değişiyor. “Yeni Havva”lar oluyor ve bu değişime ayak sürüyen, “Eski Adem”ler’in bütün şiddetine rağmen boyun eğmeyip direniyorlar.
Açar mısınız Lütfen?
Evinde dayak yiyen kadın boşanmak için, okulunda genç kadın özgürce yaşamak için, işyerinde tacize uğrayan kadın güvenli çalışmak için, kısaca her kuşaktan kadın bütün modern hakları için direniş içinde. Bunu platformumuza hem destek ihtiyacı için hem de mücadeleye katılmak için yapılan çok sayıda başvurudan görebiliyoruz. İlginç biçimde zor zamanlarda başvurular daha çok artı. Ne zaman çok baskı zulüm olursa buna bir direniş de doğar. İyi haber: Bizde kadın mücadelesinde şu an öyle oluyor.
Kamuoyuna yansımayan ama kadının yaşam tarzına dönük şiddete dair size yansıyan başka örnekler var mı?
Bize özellikle sosyal medya adreslerimizden hemen her gün her akşam genellikle de genç kuşaklardan böyle bildirimler geliyor. Çok önemli bulduğum bir gelişme olarak liseliler, üniversiteliler feminizme ilgili ve haklarına sahip çıkıyorlar, birbirlerine sahip çıkıyorlar. tanık oldukları durumları ifşa ediyorlar, bizimle irtibata geçiyorlar, hareket halindeler.
Bu nasıl açıklanabilir?
Çünkü bir yandan da şiddet gençleşiyor. En çok ergen ve genç kuşak etkileniyor. Giydiği pantolona karışılmasından istismara, tacizden cinsel saldırıya, kaçırılıp zorla alıkonmaktan yurt yolunda öldürülmeye kadar şiddetle yüz yüzeler. Ve yaşadıkları bu sorunları bize bildiriyorlar, birlikte hak arıyor ve gereğini yapıyoruz. Kerelerce kaçırılmış kardeşimizi bulduk. Şiddetle ya da cinsiyetçi dille ya da kıyafete karışan öğretmen ile uğraştık.
Kadın cinayetlerinde “giyim faktörü” ne derece etkili? Kadın cinayetlerinde katilin tahrik indiriminde giyim faktörü ne derece önemli?
Aslında takip ettiğimiz yüzlerce davada kadın cinayetlerinin genellikle “tasarlanmış” olarak işlendiğini gördük. Yani adam kafasına koyuyor, planlıyor ve tasarlamanın cezası ağır olduğundan genellikle indirim almak için bahane üretiyor. Giysi de bular içinde. İşin tuhafı mahkemede bu bahanelerin kabul görmesi ve söz ettiğimiz, “Tahrik indirimi” başlığı altında bu indirimi alabilmesi. En tipik örnek Erzurum’daki, “Tayt indirimi” çünkü kayıtlara da hukuk tarihinde bir garabet olarak böyle girdi.
Bu tür vakalarda kadın derneklerinin ortak tutum aldığına şahit olsak da özellikle sosyal medyada bu konuları yorumlarken veya kınarken kullanılan dil ya da yaklaşım konusunda keskin tartışmalar oluyor.
Tek bir sosyalizm, sosyal demokrasi anlayışı olmadığı gibi tek bir feminizm anlayışı da yok. Farklı ana akımlar var ve bu akımların fikri tartışma yapması bence çok normal hatta olması gereken. Ben ifade özgürlüğüne dayanarak farklı fikirlerimizi modern biçimde tartışabilmek, farklı olsak da ortaklaştığımız konularda birlikte hareket edebilmek, böyle bir esneklikten yanayım.
Evet.
Feminizm tarihinde ve kökünde de böyle olmuş ama biz bunu zaman zaman yapabiliyor. Bazen de ülkenin genel demokrasisiz ortamında yetersiz kalabiliyoruz. Aramızda keskin tartışma olmasında bir sakınca yok bence. Yeter ki subjektivizme düşmeden modern biçimde objektif fikri tartışabilelim.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın konuştuğumuz konulardaki duruşu nedir?
Son Bakan (Betül Sayan Kaya) daha öncekilerden aldığı dersle en azından kadınlarla, çocuklarla ilgili skandallara imza atmadı. Ama kadınlara ilişkin duruşunu – belli öngörülerimiz olsa da- hiç bilemiyoruz. Çünkü göreve geldiğinden bu yana kadınlarla hemen hemen hiç ilgilenmedi. Sadece şehit yakınları – daha yoğun olarak da 15 Temmuz şehitleri olmak üzere – ile ilgileniyor diyebilirim.
Kadınlara taciz ve saldırıya uğrama olasılığına karşı ne öneriyorsunuz?
Birincisi sessiz kalmamayı, illa ki örgütlenmeyi, kadın mücadelesine başına bir şey gelmeden katılmayı; bu yolla cesaret ve özgüven kazanmayı öneriyorum. Bizim platform rozetlerini takmanın bile örneğin toplu taşıma araçlarında etkisi olduğunu, çevrenin ona göre hiza aldığını gözlemliyoruz.
Mesela?
Bir zarar görmeden bir tür koruyucu hekimlik; aşı ya da hijyen gibi önlemler almamız önemli ve örgütlenmek başta geliyor. Bir zarar görmüşsek de, o anda kadın örgütleriyle irtibata geçmek, yalnız kalmamak önemli.
Başka?
Bunun dışında, tekrarlanan belli hatalar var.
Nedir?
Başlıcası özellikle boşanma ve ayrılma süreçlerindeki son buluşmalar. Kadınların belki zarar vermez beklentisiyle belki kendileriyle birlikte tehdit alan yakınlarını korumak için kabul ettiği bu son buluşmalardan cenazeleri geliyor ne yazık ki.
ÖZSAVUNMA
Çok ağır…
Bu çok açık yaşanan gerçeği İngiltere’de halk sağlıkçılar araştırma yaparak da kanıtlamışlar. Ayrılık sürecinde hayatta kalan ve hayatta kalamayan kadınlar arasındaki fark buymuş. Hayatta kalanlar hiç görüşme yapmamış. Ayrılık sürecini avukatları ya da çeşitli notlar vasıtası ile tamamlamışlar.
Kadınlar arasında şu an gündemde özsavunma var.
Ben kendi hayatını korumak için bir erkeği öldüren kadınları “özsavunma”dan ziyade meşru müdafaa hakkını kullanmış olarak görüyorum. Özsavunma’yı bu biçimde ya da iyice idealize ederek Kill Bill’deki Beatris karakteri gibi düşünmüyorum. Gerçek de bu değil.
Açar mısınız Lütfen?
Böylesi bir “kahramanlaştırma” sonra elimzide patlıyor ve zaten öldürülen kadınlara örneğin Ayşe Paşalı’ya ya da Özgecan’a yani erkeği öldürememiş olanlara ikinci kez haksızlık ediyor. Oysa tüm kadınlar kendi hayatlarının kahramanlarıdır zaten. Ve aralarında genci var, yaşlısı var, sağlıklısı var, kronik hastalığı olan var. Yani her kadın karate yapamayabilir. Ama her kadın örgütlenebilir, özsavunmada bence geniş anlamıyla kadınların kendi özgüçlerine dayanarak örgütlenmeleri ve mücadele etmeleri olabilir.
“Solcu erkek çarşaflı kadına sahile gitmeyi, sağcı erkekse kadına şort giymeyi yasaklamak istiyor. Bunun adı bu yüzden erkek şiddeti.” Bu yorum da kendini feminist oLarak niteleyen bir liberal kadının (Sibel Schick). Siz bu yorumu nasıl değerlendirirsiniz?
Gerçekten solcu olan bir erkeğin, çarşaflı kadına değil, o kadının yanındaki şortla ve mayoyla rahatça denize giren sağcı erkeğe tepki duyması gerekir diye düşünüyorum. Sağcı erkeğinse şortlu kadına tepki duyması beklenen şeydir. Yanındaki kadınla yaşadığı eşitsizlikten hiç rahatsız olmayan ve asla güvenilemeyecek olan sağcı bir erkek, modern ve şortlu kadının tüm kadınlara model olmasından rahatsız olacaktır.
Bu nasıl açıklanabilir?
Kadınların istediği gibi giyinme özgürlüğüne müdahale etmenin erkek egemenliğine dayalı olduğu kesin ama en son Ayşegül Terzi’de, “Laiklik” konusunda olduğu gibi, kadınların yaşadığı ateşten sorunlar çoğu kez başka bazı gerilimlerle de iç içe geçer. Savaş, kriz, tüm olağanüstü haller bugün bizim yaşadığımız gibi, matruşka gibi iç içe sorunlar, birbiriyle kesişen gerilimler doğurabilir ve biz kadınlar bugün olduğu gibi bunların hepsiyle de mücadele etmek durumunda kalabiliriz.