02 Temmuz 2024 Salı
Ana sayfa » Hat Sanatında Küfür
Hat Sanatında Küfür

Hat Sanatında Küfür

 

İkinci Dünya Savaşı öncesinde, Bakırköylü Ermenilerden Doktor Peştemalcıyan -ailesiyle birlikte- Türkiye’den Almanya’ya göç edip Berlin’de bir halı ve kilim mağazası açar… Savaş başlayıncaya kadar işleri yolunda gider… Bir süre sonra, oğul Peştemalcıyan (Aram) geçer işlerin başına; ama savaş, zorlu günleri beraberinde getirmiştir ve her geçen gün bir öncekini aratmaktadır…

Sovyet askerleri, 25 Nisan 1944’te Berlin’i kuşatır. Ruslar artık Berlin’dedir ve şehrin hemen her noktası Rus işgali altındadır (1945’te Sovyetlerin Nazi Almanyasına karşı zaferinin tescili manasına gelen Sovyet bayrağını Almanya’nın başkenti Berlin’e diken üç Sovyet askerinden biri Dağıstanlı Abdülhakim İsmailov’dur). Yağma ve talan, Almanya’da artık sıradan bir iş halini almıştır. Taciz ve tecavüzün bolca gözlendiği o günlerde, asıl mesele hayatta kalmak ve tatlı canını kurtarmaktır sadece. İşte bu zor şartların hüküm sürdüğü günlerde, Rus İşgal Komutanlığı şu şekilde bir bildiri yayımlar: “Her yer Rus askerlerine açık tutulacaktır!”

Sihirli Cümle ve Bir Mucize

Savaşın acımasız yüzünü bütün çıplaklığıyla çoktan gören Peştemalcıyan ailesi de bu emre mecburen uyar ve halı mağazalarının kapılarını açarak Rus askerlerinin yağmaya gelmesini endişe ile beklemeye başlar. Ailenin bu bekleyişi fazla uzun sürmez ve bir gün, “Peştemalcıyan Halı-Kilim Mağazası”ndan içeriye gürültü ve patırtıyla kılıksız, vahşi görünüşlü, Moğol tipli ve silahlı iki asker yüksek sesle bağıra çağıra konuşarak girer!

Askerlerden biri halılarla ilgilenirken, diğer asker -genç kızlarını da aralarına alarak- hareketsiz bir şekilde endişe ile olup biteni gözleriyle takip eden Peştemalcıyan ailesine yönelir ve etrafa şöyle bir göz atıyormuş gibi yaptıktan sonra da genç kıza doğru yaklaşıp elini ona doğru uzatır. Aram Peştemalcıyan, gayri ihtiyari -ve seri bir hareketle- askeri bileğinden sıkıca yakalar. Bu beklenmedik hareket üzerine, çekik gözlü asker tabancasını çeker ve Peştemalcıyan’ın şakağına dayar!

Aram Peştemalcıyan, âdeta taş kesilmiş haldeki karısına döner ve ağzından “Şimdi boku yedik” cümlesi çıkar… Bu sözleri işitince irkilen asker, silahını indirerek sorar: “Ne dedung, ne dedung?” Baba Peştemalcıyan, olayın şoku içerisinde ister istemez söylediği sözleri tekrarlamak zorunda kalır: “Şimdi boku yedik!” O anda sanki bir mucize olur… Asker ani bir hareketle silahını indirerek yıllar sonra bir dostunu görmüş biri gibi büyük bir sevinçle Peştemalcıyan’ın boynuna sarılır?!

Peştemalcıyan, şok üstüne şok yaşamaktadır. Olayı kavramaya çalışır ve askerin Kırgız ağzıyla, “Miz gan gardaşiz, min sinig gardaşmam…” (“Biz kan kardeşiyiz, ben senin kardeşinim…”) demesini ve sevinçten çılgına dönmesini hayretler içinde seyreder! Mağazayı basanlar, Rus ordusundaki Kırgız askerlerdir ve karşılarında Türkçe konuşanları görünce büyük şaşkınlık yaşamışlardır. Olay anlaşılıp şok atlatılınca, Peştemalcıyan ailesi rahat bir nefes alır… Askerler özür diler, çaylar içilir, konuşmalar uzar ve bu iki asker, sonraki günlerde mağazanın gönüllü bekçisi olur.

Emin Barın’ın Elinden Çıktı

thumbnail_emin-barin

Savaş bitmiş, sıkıntılı günler geride kalmıştır artık… Peştemalcıyan ailesi, bir gün Berlin’deki mağazalarını gezen bir Türk gazeteciyle tanışır ve gazeteciyi evlerine davet eder. Yaşadıkları olayı büyük bir heyecanla ve yeniden yaşıyormuşçasına tekrar tekrar anlatırlar gazeteciye… Hayatlarını kurtaran sihirli cümlenin kendileri için neler ifade ettiğini hususiyetle belirtip hayatta kalmalarına sebep olan bu sözleri bir hattata yazdırıp (!) evlerinin en güzel yerine asmak istediklerini ve bu anı her zaman hatırlamak istediklerini söylerler. Gazeteci, onlara bu konuda yardımcı olabileceğini belirtir ve Türkiye’ye döndüğünde, verdiği sözü yerine getirmek üzere hattat ve mücellit Emin Barın’ın Çemberlitaş’taki atölyesine gider. Emin Barın, kendisinden yazılması istenen cümleyi duyunca evvela çok şaşırır; zira, ilk defa böyle ilginç bir taleple karşılaşmıştır! O an hemen “yazarım” diyemez, düşünmek için zaman ister; ama, Almanya’da cilt eğitimi sırasında yaşadığı savaş günlerini hatırlayınca işi kabul eder. Emin Barın üstat, bir hafta sonra yeniden gelen gazeteciye bu levhayı yazabileceğini söyleyerek, fotoğrafını görmüş olduğunuz “celi sülüs” levhayı hazırlar ve etrafı -muhtemelen- Necmeddin Okyay tarafından “Hatip ebrusu” ile süslenen levha Almanya’ya doğru yola çıkar.

.*.

Hayat kurtaran argo bir cümle ve bu argo cümlenin hattat elinde sanat eseri bir levhaya dönüşmesinin hikâyesi işte böyle… Emin Barın, daha sonra, “Hadise o kadar ilgi çekiciydi ki gazeteci dostumdan dinleyince teklifini kabul etmek zorunda kaldım” diyecektir.

Levha, 17 Temmuz 1966 tarihli Yeni Gazete’ye, “Levhaya, Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Argo Cümle Yazıldı” başlığıyla haber olur.

Hoş kalın!…