Türkiye, Gülen Cemaati’nce yeltenilen ve 240 kişinin katledilmesine ve 2 bini aşkın insanın yaralanmasına neden olan 15 Temmuz darbe girişiminin acısını yaşıyor. 14 yıldır ülkeyi yönetenler, büyük bir şaşkınlık içinde devletin kılcal damarlarına çöreklenmiş, kondurulmuş bu dev küresel mafyayla ilgili olarak, “Kandırıldık, Allah bizi affetsin” diyorlar. Ama bir de, hiç kandırılamayan, kandırılamamanın bedelini suikaste uğrayarak yaşamını yitirenler de var. İşte Dr. Necip Hablemitoğlu. Tarihçi, yazar, gazeteci… Fethullah Gülen örgütünün Emniyet’teki örgütlenmesini lime lime anlattığı, “Köstebek” kitabıyla, darbe girişiminden sonra en çok anılan akademisyenlerden biri olan 46 yaşındaki Dr. Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002’de, Ankara’daki evinin önünde katledilmişti. Bu suikast, tam 14 yıldır, faili meçhul cinayetler dosyasında yer alıyor. Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, eşini suikaste kurban vermiş, 2 çocuk annesi bir eş. Bir entelektüel. Kendisiyle, suikaste kurban verdiği eşinin 14 yıl önce bağıra çağıra, belgeleriyle haber verdiği ama Devlet’in anca şimdi yüzleşebildiği darbecileri, darbeyi ve Köstebek’i ve elbette, eşsiz geçirdiği 14 yılı konuştuk.
Kutlu Esendemir ([email protected])
-Eşinizi bir suikaste kurban vermek, hayatınızda nelere yol açtı?
-O kadar değiştim ki, tarif edemem Kutlu Bey. Çok uzun süre yas tuttum. Hala da yastayım belki. Yas tutmak beni büyüttü, eğitti. Kendime yeni bir ben yarattım. Şarkıdaki gibi, kendime yeni bir ben gerekliydi. Gereğini yerine getirdim. Değiştim. Üzüntümü, yasımı dönüştürdüm. Bir zaman sonra yas tutabilmenin, yas tutarken hayatın akışına teslim olabilmenin bir ödül olduğunu düşünmeye başladım.
-Ne gibi?
-Yaşadıklarıma kalbimle baktığımda normalleştiremiyordum. Öyleyse, aklımla, bilgiyle, öğrenerek bakmalıyım diye düşündüm. Mesleğime her zaman minnet duyarım. Hayal ettiği işi yapan şanslı biriyim ben. Bir yol bulmalıydım. Ya kara giysileri içinde hayata kapkara bakan ya da yaşamda kalan biri olacaktım.
YAS DANIŞMANLIĞI
-Nasıl bir çıkış buldunuz?
-Aslında basit bir tercih yaptım. Tamamen mantıkla ve mesleki bakmaya karar verdim. Duygularım bende kalacaktı. Hayatımı toplumsal kalıplara ve duygularıma teslim etmeyecektim. Bunu kızlarıma ve Necip’e borçluyum. Biz birbirine bağlı ama bağımlı bir çift değildik. Sanırım tek başıma var olmamda bu da etkili oldu. 14 yıl geçti ama inanın; bunun misliyle yaşamışım gibi geliyor. Sonuç olarak, ben başka bir şey yaptım. Öğrenmeyi ve çalışmayı seçtim. Yas ve sonrasını öğrenmek, anlamak için yurtdışında kurslara gittim ve sertifikalar aldım. Yas danışmanlığı yapmaya başladım.
-Yas danışmanlığı nedir?
-Yas danışmanlığı; sevilen birinin kaybından sonra geride kalanlar için yaşamın devam ettirilmesi için sağlanan, belirli kuralları ve çalışma ilkeleri olan profesyonel bir sosyal destek. Psikoloji ya da sosyal hizmet alanında çalışanlar ya da uzmanlıklarına göre doktorlar tarafından yapılabilir ancak. Yas tutan kişilere, ölen yakınlarıyla ilişkilerini sonlandırmaları gerekmediğini anlatmak, duygusal yaşam alanlarında uygun bir yer bulabilmeleri için yardımcı olmaktır. Ölümün, kaybın kabul edilebilmesini kolaylaştırmaktır. Gerçekten yararlı ve yaşam kalitesini etkileyen bir yardım, bunu birebir deneyimlemiş biri olarak rahatlıkla söylüyorum.
-Ya çocuklarınızla iletişimiz?
-14 yılda hem anne, hem baba oldum. Şu hayatta yaptığım en iyi şey Necip gibi birine rastlayıp, karakter sahibi ve güçlü iki kız evlat sahibi olmaktır. Şimdi en iyi dostlarım oldular. Yaşları 25-24 oldu. Büyük kızım önümüzdeki ay evleniyor. Üçümüzün de yaşadıklarımızdan edindiği deneyimler de oldu, hiç onaramayacağımız yaralarımız da var.
-Korkularınızda ya da cesaretinizde değişimler oldu mu?
-Ölümden korkuyorum. Aklımı kaybetmekten, bildiklerimi unutmaktan ve bir gün hiç okuyup yazamayacak olmaktan, yaşlanmaktan çok korkuyorum. Ölmekten değil, ama bu ülkede bu kadar çok ölümün olması, ölümün çeşitliliği ve yaşamın değil de ölümün kutsanması beni anormal derecede korkutuyor.
TÜRKİYE’DE ERKEKSİZ KADINLAR KATEGORİSİ
-Ölüm çok sıradan bu topraklarda.
-Evet. Bu ülkede ölüm kutsanıyor. Şiddet kutsanıyor, erkek kutsanıyor, ataerkil yapı kutsanıyor. Hegemonik olan her şey kutsanıyor. Akıldan uzaklaşıldıkça korkularım artıyor. Cesaretse, çok göreceli bana göre. Korkaklık vazgeçmeyi, pes etmeyi getiriyorsa cesaretten söz edemeyiz. Ama, vazgeçmemek cesaretse, evet cesur sayılırım. Bilinçsiz bir cesaretim yok açıkçası. Ayrıca öyle büyük büyük laflar da etmek istemem, ez cümle kötülükle gelen her şeyden korkarım, ama mücadele de ederim…
-Zor mudur, eşini suikastte yitirmiş bir annenin, iki evladını büyütmesi?
-“Türkiye’de erkeksiz kadınlar” olarak tanımladığımız bir kadın kategorisi var. Ve bu kategorinin alt başlıkları var: Eşini kaybetmiş olanlar, boşanmış olanlar, hiç evlenmemiş olanlar gibi. Benim statüm eşini kaybetmiş, ama suikastle kaybetmiş olan katmerli dertli bir kategori.
-Nedir bu kategorinin sızıları?
-O noktada kadın olarak kimliğinizin, kim ve ne olduğunuzun bir önemi kalmıyor. Sosyal, psikolojik, ekonomik özel ve kamusal alan bir kabusa dönüşüyor. Bütün bunların içinde meslek sahibi iki kızım var. Gözlerine bakarken zihnime mutluluk yayılan iki genç kadın. Kendi ayakları üzerinde durabilen ve kararlar alabilen, bu kararların sorumluluklarını taşıyabilen iki birey. Ben birey olmaları için çalıştım. Dünyaya gelmek için bana talep göndermediler. Ben, bile isteye doğurdum onları. Bu günlere getirmek benim görevimdi. Onların birer hayatları var artık.
-Evlatlarınız olup bitenden nasıl etkilendi?
-Her babasını kaybeden çocuk kadar etkilendiler. Her babasını kaybeden çocuk kadar acı çektiler. Yas tuttular, bu gerçeği kabullenmek için mücadele ettiler. Ben de onları desteklemek için elimden geleni yaptım.
“NECİP’İ CEMAAT HAKLI ÇIKARTTI”
-Necip Bey’in Cemaat tehdidini anlattığı ve yıllarca yok sayılan, “Köstebek” kitabı, önceki gün Hürriyet’te en iyi 10 kitap arasında gösterildi. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası tüm bu olup bitenler size neler hissettiriyor?
-Köstebek, benim Necip Hablemitoğlu’nun eşi olmamın da ötesinde, bundan ayrı tutarak söylersem, son yılların cemaate dair yazılmış en iyi kitapları arasında ilk sırada. Akademi gözüyle bakarak, ayrıca diğer yayınları da incelemiş biri olarak bunu söylüyorum. Köstebek’de olgular üzerinden, analiz ve bilimsel bilgiye dayalı değerlendirmeler vardır. Bu tabii ki, Necip Hablemitoğlu’nun akademi kimliği ve gazetecilik orijininden geliyor. Bu arada Ahmet Şık’ın da hakkını teslim etmeliyim.
-Ya diğer kitaplar?
-Önemli bir bölümünü, özellikle içerden yazılanları değerli bulmadığım gibi, kişiselleştirilmiş olguları anlattıklarını açıkça söylemek isterim. Bu tür çalışmalar tevatür üzerinden ve sanrı ya da algılarla, mahalle dedikodusuyla, “O bunu dedi, bu burda bunu söyledi”yle yapılamaz. Somut dayanak oluşturabilecek bilgi, belge ve literatür, arşiv çalışması gerektirir.
-Tarih, yıllar sonra eşinizin yazdıklarının doğruluğunu ve haklılığını ortaya çıkardı.
-Tarihin haklı çıkarmadığı ya da çıkmadığı bir başka olay, tarih ya da süreç var mıdır? Önce bunu sormalıyız kendimize. Bir de Necip Hablemitoğlu’nu bizzat cemaat haklı çıkarmıştır. Bir süredir birlikte yürümekten, yol arkadaşlığından vazgeçerek cemaat ve Ak Parti tarihe yardımcı olmuştur. Bu, tırnak içinde söylersem, “Allah’ın bir lütfudur bize.’’ (Gülümsüyor.)
“ONU KAYBETTİĞİMDE BÖYLE TİTREMİŞTİM”
-Darbe girişimi gecesi neredeydiniz ve olan bitenlerden nasıl haberiniz oldu?
-Yaşım darbelerden ’80’i görmeye, ’60’ı dinlemeye, diğerlerini de okuyup öğrenmeye uygun. (Gülümsüyor.) Cuma akşamıydı, evde yalnızdım. Büyük kızım yurtdışında yaşıyor, diğer kızım da dışardaydı. Yanımda değillerdi. Yorgun, uykulu, tv’de bir tartışma programını izlemeye çalışıyor, bir yandan da sosyal medyayı kontrol ediyordum. Ofisten de henüz gelmiştim. Twitter timeline’da bir tuhaflık başladı. İnsanlar köprüden askerlerin görüntüsünü paylaşıyorlardı. Ankara’da tank görüntüleri paylaşanlar oldu. Bir ara kızımla konuştum, “Eve gel” dedim. “Yakındayım, merak etme, geliyorum” dedi. Bu arada askerin Beylerbeyi Sarayı önünde bazılarına, “Darbe oldu, evinize gidin” gibi bir şeyler söylediği paylaşıldı. O anda anladım. Beylerbeyi ile Cumhurbaşkanı arasında bir bağ kurdum ve içimden, “Eyvah!” dediğimi hatırlıyorum. Ancak darbe için saat tutmuyordu, durum açıkçası garip ötesi garipti. Zaten bir sure sonra, uçaklar ve patlamalar başladı.
-Siz de evinizde, Ankara’da olanlardan etkilendiniz mi?
-Jetlerin her geçişinde evin içinde patlayan seslerin ardından, titremeye ve ağlamaya başladım. Kızım geldi o arada, sabaha kadar merdiven boşluğunda kımıldamadan oturdum. Büyük kızımla konuştuk, ondaki endişeyi tarif edemem. Tek bir şey şekillendi kafamda, darbeden çok, işgal ediliyoruz diye düşündüm… Ben hayatımda bir Necip’i kaybettiğim gece böyle titredim, bir de 15 Temmuz gecesi. Ardından depreşen travma sonrası stres bozukluğu nedeniyle ilaç kullanmaya başladım. 15 gün boyunca kabuslar gördüm, uyuyamadım, korkunçtu.
“HİÇ ŞAŞIRMADIM”
-Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, darbe girişimiyle ilgili olarak, ilk açıklamasında “FETÖ’cü cunta”yı işaret etmesi, eşini Cemaat’le mücadelede yitirmiş biri olarak sizde nasıl bir çağrışım yaptı?
-Açıkçası Kutlu Bey, ben bunu şöyle tarif etmeyi tercih ederim: Eşim, Necip Hablemitoğlu, 2002 yılında cemaat örgütlenmesi üzerinde yazdığı bir kitabı tamamladıktan sonra yayınlamak isteyen bir yayınevi bulamadığını, yayınlamaması için telkinler geldiğini söylemişti. Kitabını tamamlamadan önce de cemaate ilişkin makaleleri ve katıldığı çeşitli görsel ve yazılı medya mecralarındaki konuşmaları, konferansları nedeni ile tehdit edildiğini aktarmıştı.
-Tehditler nereden geliyormuş?
-Bir kısmının devletin bazı kurumlarında çalışanlar tarafından geldiğini söylemişti. Bununla birlikte, “Alman Vakıfları” kitabını yayınladıktan sonra da çeşitli tehditler aldığını, üniversiteden uzaklaştırılması için atılması için Alman Büyükelçisi’nin rektöre mektup yolladığını biliyorduk.
-Eşiniz katledilmese, nasıl gelişmeler yaşanabilirdi?
-Öldürülmese, 18 Aralık’tan hemen sonraki tarihlerde hem cemaate karşı, hem de Alman Vakıfları’na karşı açılan dönemin DGM’lerindeki (Devlet Güvenlik Mahkemesi) her iki davada da tanık olarak dinlenecek kişi olacaktı. Eşimi salt Cemaat’le mücadelede yitirmiş olduğumu söylemem. Müdahil olduğumuz davanın duruşmaları başlamamışken, yürüyen bir soruşturma varken ve çatı dava iddianamesini tam olarak incelemeden bunu söylemem, şu aşamada doğru olmaz.
-Darbe girişimine dönersek.
-Sayın Cumhurbaşkanı’nın FETÖ’cü cuntayı işaret etmesi, o gece bana aralarında artık gerçek bir savaş çıktığını düşündürdü. Bu kalkışma çok sayıda insanımızın öldürülmesine, can kaybına yol açtı. Ancak asıl ve öncelikli hedefleri kanımca Hükümet ve Cumhurbaşkanı’ydı. Haa! Başarılı olsalardı, hedef daha da büyüktü, hedefleri bütün Türkiye’ydi.
-Örgüt’ün TSK içinde bu kadar bir yoğunluk içinde bulunması sizi şaşırttı mı?
-Hiç şaşırtmadı, ayrıca adliye, mülkiye ve askeriyeyi ele geçirmeyi hedef alan bir yapılanmanın silahlı güce ağırlık vermesi de kimseyi şaşırtmaz.
-Öğretim üyeliğinizde, siz de Gülen Grubu’nun varlığını ve oluşturduğu tehditin boyutunu, eşiniz gibi farkında mıydınız?
-Ben Ankara Üniversitesi’nde öğrenciliğimi de sayarsak, 34 yıl bulundum. Orada büyüdüm. Ne yönetimler gördüm, nelere tanıklık ettim. Eşim kadar farkında olmama, eğer eşim Necip Hablemitoğlu olmasaydı olanak yoktu. Cemaat’le akademinin ilişkisi siyasetten farklı değildir. Kimileri zengin olmak, kimileri makam sahibi olmak, kimileri de akademik ilerleme için YÖK’teki uzantıları dahil her daim işbirliği yapmıştır. Siyaseti kirli ve hainle işbirlikçi olan bir ülkenin, akademisi temiz kalabilir mi sizce?
-Yıllarca dava dosyasının peşinden koştunuz ve sonuç alamadınız? Bu koşuşturmalarda, önünüze ne gibi duvarlar çıktı?
-İsterseniz bunu yine şöyle ifade edelim: Bir dava doyası hiç olmadı Hablemitoğlu suikastinin. Yok edilen, el değiştiren ve içi boşaltılan bir soruşturma dosyası oldu sadece. Savsaklandı, geciktirildi. Üstelik cinayet gecesinden itibaren. Dosya bir arpa boyu bile yol alamayınca, önümüze duvardan çok ilgisizlik çıktı.
YAPILANDIRILMIŞ KULLANIŞLI SÜREÇLER
-Suikast günü, cinayetin işlendiği ve evinizin bulunduğu Portakal Çiçeği sokağa gelen dönemin DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Necip Bey için, “Kendisini feda etti” demişti. Bu yoruma katılır mısınız?
-Savcı Beyin bu yorumu neden yaptığını bilmiyorum. Neyi kastettiğini yorumlayamam. Ben bir feda ediş olduğunu düşünmüyorum. Necip bir gazeteciydi. Geçmişin anlamlı ve değerli bir gazetecilik anlayışının son temsilcilerinden biri oldu. Çalıştığı konular, ilgi ve infial yaratan konular oldu. Siyasetin ve devlet içindeki illegal yapılanmaların canını sıktı. Bir bedeli var bu tür çalışmanın Türkiye’de ve o bedel öldürülmek oldu, her zamanki gibi.
-Hablemitoğlu suikasti dönem dönem Türkiye’nin gündemine geliyor. Yeni dönemden ümitli misiniz?
-Bahsettiğiniz bu süreçlere, “Yapılandırılmış kullanışlı süreçler’’ diyorum ben. Çünkü her zaman tanımlarken geçen 14 yıllık zamanı 3 ayrı döneme ayırırım. Cinayetten sonra Ergenekon’a kadar birinci evre, Ergenekon evresi ikinci evre ve bunun içinde Gezi olayları da bir alt evredir kısa süre. O zaman da hükümetin farklı sesleri Necip’in Gezi’yi tertipleyen Almanlar tarafından öldürüldüğünü iddia ediyorlardı. (Gülümsüyor.)
-Ya 3. evre?
-17-25 Aralık operasyonları sonrası. Ve inanın her dönemde- evrede yazılanlar, konuşulanlar, olaylar, şahıslar, ithamlar trajikomik. Çünkü anormal bir fikir değişikliği, bilgi kirliliği var. Her evrenin kendine özgülüğü çerçevesinde. O yüzden bu cinayet ve soruşturulamayışı, karartılışı bu ülkenin utancıdır. Bu ülkenin kurumlarının, siyasetinin ve yargısının, kolluğunun avamlığının bir yansımasıdır… Bu kadar net!
-Eşinizin Gülenciler’ce katledildiği iddiasının sizde karşılığı nedir?
-Yıllardır söylediğim gibi, somut kanıtlarla ortaya konulmaya muhtaçtır.
-Bir röportajınızda, “Fotoğraf çok net bizim için. Faili olarak biz biliyoruz yani fotoğrafın ne olduğunu” demiştiniz. Nasıl bir fotoğraftır sizin gördüğünüz?
-Bu suikast bağıra bağıra gelmiştir. Devlet ilgili kurumları ile seyretmiştir. 3 Kasım 2002 seçimleri ile Türkiye’nin içine girdiği süreçtir fotoğraf; hükümet değişikliği ve başbakanlık sorunu nedeniyle yaşanılan belirsizlik ortamında yerel ve küresel bir taşeron işbirliğidir bu cinayet. Kaldı ki, bunda da ne denli haklı olduğum ortadadır.
“EDEN BULUR”
-Bu suikastin aydınlatılmamasında AKP iktidarını da sorumlu tutuyor musunuz?
-Bu suikastın aydınlatılmamasında, karartılmasında bütün bu süreçte görev yapan ilgili kurumların bağlı olduğu dönemin bakanlarını araştıracaklar mı? İlgili kurumların başındaki mülki amirler araştırılacak mı? Cinayetin işlendiği günlerde kimlerin hangi pozisyonlarda neleri ört bas ettiklerine kadar inebilecekler mi? Ana muhalefet partisinin defalarca cinayetin soruşturulması için verdiği soru önergelerine yanıt veren ilgili bakanların bu yanıtları neye dayanarak verdiklerini araştırabilecekler mi? Bunları ve bunun gibi pek çok şeyi yapamayacaklarsa, kusura bakmasınlar kafadan sorumludurlar zaten. Benim sorumlu tutmama gerek yoktur.
-Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Cemaat tarafından “kandırıldıklarını” ifade etti, “Allah bizi affetsin” dedi. Bu temennilerin sizdeki karşılığı nedir?
-Bu ifade Sayın Cumhurbaşkanı’nın seçmeni için bir anlam taşıyabilir. Ancak yetişkinlerin kandırılması pedagojik olarak biraz tuhaf oluyor. Hani bunu mesleki bir gözle değerlendirdiğimde, 75 milyonun en azından yarısının ana okulu çocuğu olması gerek kandırılmaya inanması için. Ayrıca bu kadar hukuksuzluğun, ölümlerin, haksız ve yargısız infazların, bitirilen hayatların, işsiz kalan, ailesini kaybeden insanların olduğu bir süreçte bu kadar mistik bir açıklamanın yaşamdaki pratiği reel değildir. Rahmetli ananemin bir deyişi vardı; “Etme bulma dünyası” diye. Eden bulur, her daim ben de buna inanırım.
-Cemaat’le mücadele döneminin 17 ve 25 Aralık operasyonlarının milat olarak kabul edilmesi sizce sağlıklı mı? Doğru mu?
-Bilmem, bu biraz sanki malumu kabul etmek gibi olmuyor mu? Çok acayip bir milat öyleyse. Yani 17-25 Aralık’a kadar olanlar Hindistan’da mı yaşandı?
-İfadeler kamuoyuna yansıdıkça, ortaya çıkıyor Şengül Hanım. Bilime kafa yoran bir akademisyen olarak, Gülen’in muridlerinin, onun terli atletini almak için birbirleriyle yarışmasına ne dersiniz?
-Birey olmayı içselleştiremeyen bir toplum var Türkiye’de. Bunu artık kabul edelim. Türkiye’nin eğitim sistemiyle oynaya oynaya mundar oldu. Bu sistemden böyle sapkınlıkların çıkması da hiç garip değil. Kaldı ki, dünyada tek örneği de bu cemaat değil. Bu tür görünümlerin yaşandığı başka dinlerin tarikatları ve cemaatlari var. Bu tür yapılar dünyanın her yerinde üç aşağı beş yukarı aynıdır. Günlük yaşam pratiği ve kamusal düzen, devlet bu yapılarla uzlaşamaz. Ama bizim memlekette böyle bir yapıya devlet teslim edilmiş. Sanırım asıl cehalet ve sorgulanması gereken nokta da budur. Bu kadar köklü bir devleti babasının malı gibi kimler bu insanlara, bu yapıya teslim etmiştir?
-Sizce kim?
-Size hiç hayatta ne istediyseniz veren birileri oldu mu Kutlu Bey? Bana annem ve babam dahil hiç olmadı. (Gülümsüyor.)
Kimdir Şengül Hablemitoğlu?
Sosyal hizmet uzmanı ve eğitimci. 1965’te Ankara’da doğdu. 1986 yılında Ankara Üniversitesi’nden mezun oldu. Aile ve Tüketici Bilimleri alanında yüksek lisans ve doktora yaptı. Türkiye Bilimler Akademisi Sosyal Bilimlerde Doktora Sonrası Yurtdışı Araştırma Bursu ile 1997 yılında gittiği ABD Purdue Üniversitesi Kadın Çalışmaları Programı’nda misafir öğretim üyesi olarak araştırmalar yaptı. 1998 yılında Doçent, 2005 yılında Profesör oldu. Mayıs 2008’de Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü’nün kuruluşunda görev aldı ve Bölüm Başkanlığı’na atandı. Kasım 2008-Şubat 2015 tarihleri arasında Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde Dekanlık görevi yaparak fakültenin yeniden yapılanmasında çalıştı. Mayıs 2015’de üniversiteden ayrılarak, Ankara’da bağımsız bir kuruluş olan Hablemitoğlu Ankara Enstitüsü’nü kurdu ve faaliyetlerini burada sürdürüyor.
@kutLuesendemir