Gündelik hayatımıza dokunan bir manifesto bu. İçinde yaşadığımız sistemle birlikte kişisel tercihlerimizi de sorgulamamıza yardımcı olan, üretimden tüketime, bireyden topluma, doğadan teknolojiye geniş bir çerçeveyi tartışma olanağı sunan Başka Bir Uygarlık için Manifesto( Nasıl Üretmeli, Nasıl Tüketmeli, Nasıl Yaşamalı) diyen Fikret Başkaya; Nasıl bir ihtiyaçlar hiyerarşisine tabiyiz?’ İleri teknoloji’ toplumsal ve bireysel olarak bizi ne kadar ilerletti? Geçerli üretim, tüketim, ve yaşam tarzı, doğa toplum metabolizmasını nasıl bozdu? Tarım ve Gıda dünyasını kimler rehin aldı? Enerji sorunu ve iklim krizi, insanlığın nereye götürüyor?’ sorularıyla Kapsamlı analiz yapıyor ve: Başka Bir Uygarlığın zorunluluğu üzerinde duruyor.
– İktisada giriş kitapları ‘ihtiyaçlar sonsuzdur’ cümlesiyle başlıyor ve egemenlerin ve sözcülerinin ağzından da hiç düşmüyor. Gerçekten öyle midir? İhtiyaçlar sonsuz mudur?
Fikret Başkaya: İhtiyaçlar sonsuz değildir ama saçmalamanın bir sınırı yok sanki! “Bir deli bir kuyuya bir taş atmış da bin akıllı çıkaramamış” denmiştir… Her şeyin sonlu, sınırlı olduğu bir dünyada bunun bir tek istisnası ‘ihtiyaçlar mıdır’? Aslında ihtiyaçlar sınırsız demek doğru değil ama ihtiyaçların karşılanma biçimi, şekli çok farklı ve çeşitli olabilir denirse orada bir sorun olmaz. Oysa insan ihtiyaçları denilen, işte bir elin beş parmağı kadardır: beslenme, giyinme, barınma, korunma, seyahat etme ve iletişim kurma, kendini estetik-entelektüel planda geliştirme, gerçekleştirme… Dişleri beyazlatmak için diş macunu gerekir ama yüz çeşit, bin çeşit (adı farklı) diş macunu üretilebilir… Sonuçta hepsi aynı şeyi yapar… Ve yüz çeşit, bin çeşit diş macunu üretmek bir marifet değildir…
-Tüketim artışıyla refah ve mutluluk arasında doğru yönde bir ilişki var mıdır? Gerçekten her tüketim artışı aynı oranda refah ve mutluluk artışı mı demektir?
Fikret Başkaya: Bir insan ihtiyacını karşılamak için ekmek, et, süt, yoğurt, giysi, konut, vb. gerekir ve bir insanın yiyeceği şey, giyeceği şey sınırlıdır. Maddi tüketim belirli bir sınırın ötesinde faydalı değil zararlıdır. Dolayısıyla belirli bir sınırın ötesinde sahip olunan, tüketilen şeyler bir refah ve ‘mutluluk’ unsuru olamaz. İnsan mutluluğu sahip olunan, tüketilen maddi şeylerin büyüklüğüne değil, daha çok ilişki zenginliğine bağlıdır. O da daha çok bölüşmeyi, paylaşmayı, karşılıklılığı var sayar. Burjuva toplumunda insan ilişkileri nerdeyse sıfırlanıyor. Slogan da şöyle: Ne kadar tüketim o kadar refah-mutluluk… Bu tam bir saçmalık! İnsanlar kafayı daha çok tüketimle bozmuş durumdalar. Oysa bu hem saçma ve hem de zaten sürdürülebilir değil. Elbette insan ihtiyaçlarının ‘uygun’ bir tarzda tatmin edilmesi mutlaka gerekir ama şimdilerde tüketim çılgınlığı tam bir yıkım ve yok etme halini almış durumda. Kapitalizm her seferin de daha çok üretmeden var olamaz . O zaman üretilenin de bir şekilde satılması gerekiyor. Oysa bu dünyanın kaynakları sınırsız değil!
-Tüketimin ivedilikle kısılması gerektiğini söylüyorsunuz. Bu iş nasıl olacak? Her türlü tüketimin mi kısılması gerekiyor?
Fikret Başkaya: Namütenai lüzumsuz ve zararlı şey üretiliyor. Bir kere zararlı ve lüzumsuz üretimi ve tüketimi durdurmak zorunlu. İnsan refahıyla ilgili olmayan zararlı üretimin ve lüks tüketimin sonlandırılması gerekir. Aslında bu alanda üç grup tüketimden söz edilebilir. Mutlaka üretiminin ve tüketiminin durdurulması gereken “zararlı” şeyler, fuzulî şeyler var. Mesela nükleer silahlar gibi yıkıcı ve yok edici olan her şey… Lüks tüketim… Zira üretmek demek doğadan bir şey çekmek, eksiltmek ve üretirken de, tüketirken de kirletmek demektir. Oysa bu dünyanın kaynakları sınırlı… Şu anda dünyada insanlığı ve uygarlığı onlarca defa yok edecek kadar silah stoku var… İkincisi, üretiminin ve tüketiminin kısılması gereken şeyler var mesela araba. Zira arabanın insana, topluma ve doğaya verdiği zararların haddi hesabı yok! Durum böyle ama araba vazgeçilmez bir refah ve mutluluk aracı sayılıyor ve öyle sunuluyor… Bir de üretimi ve tüketimi artırılması gereken şeyler var: Sağlığa uygun gıda, eğitim, kültür, sanat etkinlikleri gibi…
-Toplumun ‘gıda güvenliği yok ediliyor’ dendiğinde bu tamı tamına ne anlama geliyor?
Fikret Başkaya: Üretim daha çok kâr etmek üzere kurgulanınca, her şey zıvanadan çıkıyor ve asıl amaca yabancılaşıyor. Mesela Türkiye eti Arjantin’den, Avusturalya’dan, vb. ithal ediyorsa. ki, ediyor, bu kapitalizmin mantığına uygundur ama akla, mantığa mugayirdir. Mesela Ekvator ürettiği brokolinin % 97’sini ABD’ye AB’ye ve Japonya’ya ihraç ediyor. Bu da kapitalizmin mantığına uygundur… Biliyorsun buna “iktisat biliminde” mukayeseli üstünlükler diyorlar. Eğer bir ülke kendi topraklarını başkalarının ihtiyacına göre kullanırsa bu gıda güvenliğine elveda demektir… O zaman şu: İnsanların beslenme sorunu şirketlerin kâr mantığına havale ediliyorsa, orada gıda güvenliğinin esamesi okunmaz. Onun için kitap da söylediğim gibi, vakitlice ülkenin gıda üretimini piyasanın ihtiyaçlarına endeksleme aymazlığına son vermek gerekir. Kaldı ki, Türkiye gibi bir ülkenin eti, samanı, vb. ithal eder duruma gelmesi bu toplumun utancıdır… İnsanların sağlıklı besine ulaşma gereği piyasanın insafına bırakılabilir bir şey olmamalıdır…
-Mevcut burjuva toplumuna bir alternatiften söz edildiğinde aslında ne kastediliyor? Nasıl bir manzara tahayyülü söz konusu?
Fikret Başkaya: Birinci mesele şu: Artık mevcut durum, geçerli paradigma sürdürülebilir değil, çoktan iflas etmiş durumda. Eğer böyle bir durum ortaya çıkmışsa, bu bir ‘uygarlık krizi’ demektir. Dolayısıyla yeni bir şey keşfetme, yeni bir şey yapma gereği kendini dayatıyor demektir. Artık bunak kapitalizm her seferinde daha çok sorun, daha çok kötülük, daha çok yıkım üretmeden, gezegen riskini büyütmeden yol alamıyor. Dolayısıyla şeyler bu rotada ve bu hızla yol almaya devam ederse, aracın duvara toslaması kaçınılmaz. Bu da alternatifin kendini dayatması demektir. Aslında yapılacak iş basit. üretimin yönünü ‘gerçek’ insan ihtiyaçlarına çevirmek, kâra dayalı mantığın dışına çıkmak ve doğaya verilen zararlara son vermek. Zira mevcut haliyle üretim ve tüketim etkinliği tam bir yok etme ve kirletme aracına dönüşmüş bulunuyor. Bu tersliğin aşıldığı durumda şeyler bambaşka görünecek ve insanlığın önünde yeni ufuklar açılacaktır…
-Kitabınızda radikal bir reklam eleştirisi de var. Reklamların toplumu bu ölçüde esir almasının sebebi ne?
Fikret Başkaya: Daha önce de söylediğim gibi, sistem daha çok üretime ve daha çok tüketime endeksli olarak yol alıyor. Her seferinden ihtiyaçtan fazla üretmek bir zorunluluk ve ikinci sayısız lüzumsuz ve zararlı şey üretiliyor. Bu üretimin satılabilmesi için insanların ihtiyacı olmayan şeyleri satın almaya ikna edilmesi gerekiyor. İşte reklam bunun için var. Reklam insanları alıklaştırıyor, ahmaklaştırıyor, insanlıktan çıkarıyor ama nedense bu kepazeliği sorun eden pek yok gibi…
-Burjuva demokrasisi denilen aslında neyi gizliyor? Kendilerine ‘demokrasi’ denilen rejimlerin demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi yok diyorsunuz. Neden?
Fikret Başkaya: Aslında sebebi çok açık. Demokrasi demek halkın kendi kendini yönetmesi demek. halk iradesinin tecelli etmesi demek. Dünyanın neresinde gerçekten halk iradesinin bir dahli var? Temsilî demokrasi denilen bir sirk oyunu ve egemenlerin “nasıl yönetiriz” sorusunun cevabı olarak bir varlığı var. Eğer demokrasi olsaydı dünya bu gün bu halde mi olurdu. Netice itibariyle oligarşik yönetimlere, rejimlere ‘demokrasi’ deniyor ve insanlar da o yalana inanıyor. Kaldı ki, kapitalizm dahilinde demokrasi zaten mümkün değildir. Zira bu ikisi karşıt anlamlı kelimelerdir. Kapitalizm böler, parçalar, kutuplaştırır. Dolayısıyla kapitalizmin geçerli olduğu bir toplumda ve dünyada demokrasiden bahsetmek insanlarla alay etmektir…
-Cumhuriyetle demokrasi arasında nasıl bir ilişki var ?
Fikret Başkaya: Cumhuriyetin (res publica) kelime anlamı herkesin olan demektir. Demokrasi de herkesin iradesinin gerçekleşmesi, her yurttaşın birer politik özne olması demek olduğuna göre bunlar ‘akraba kavramlardır’ diyebiliriz.
-Kitabınızda ‘müştereklere’ önemli bir yer ayırmışsınız. Bu kavram neden şimdilerde gündeme geldi ve önem kazandı?
Fikret Başkaya: Bir üretim tarzı olarak kapitalizm tarih sahnesine çıktığı dönemden bu yana, herkesin olan, ortak kullanım ve yararlanma konusu olan, topluluğun zilyedliğinde olan ne varsa özel mülk kategorisine indirgendi, özelleştirildi. Dar bir sermeye sahibinin, oligarşinin elinde toplandı. Ortak yaşam alanları ve araçları bir bir yok edildi. Durum şimdilerde dayanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. Ve insanlar bu duruma haklı olarak isyan ediyor. O kadar ki, insanlar artık nefes alamaz durumda. Şimdilerde havadan da kâr etme yolu açılmış bulunuyor… O zaman müşterekleri ihya etmek bir gereklilik haline geliyor…
-Kitabınız 241’inci sayfasında “yeni bir örgüt modeli keşfetmek gerektiğini söylüyorsunuz. Bu eski tarz örgüt modellerinin artık pek işe yaramadığı demeye mi geliyor?
Fikret Başkaya: Tarihsel olarak sol, örgütlenme sorununu yeterince tartışmaya yanaşmadı. Burjuva örgüt modelleri benimsendi ve dendi ki: O benim elimde iyi iş görür! Bu uygun bir yaklaşım değildi. Oysa, farklı bir toplumsal düzene giden yol farklı bir örgüt modelini de gerektirirdi. Dikkat edersen sol örgütlerdeki, devrimci örgütlerdeki yapı ve işleyişin klasik örgütlerden, burjuva örgütlerden pek bir farkı yok. Bence örgüt biraz da sınıfsız-sömürüsüz topluma giden uzun yolda bir tür geleceğin toplumunun rüşeym halindeki nüvesi, başlangıcı olabilmeli… Aksi halde burjuvazinin ayakları seni sosyalist, dahası komünist topluma götürmez… Başka söylemler ve görüntüler altında ‘eski düzeni’ yeniden üretmek kaçınılmaz olur…