02 Temmuz 2024 Salı
Ana sayfa » 3 Büyüklerin 3 Büyük Futbolcusu
3 Büyüklerin 3 Büyük Futbolcusu

3 Büyüklerin 3 Büyük Futbolcusu

Merhaba Elif Hocam, bu hafta sonu röportajına seninle devam ediyoruz hoş geldin, çok heyecanlıyım niye bilmiyorum çok keyif alacağımız bir röportaj olacağına eminim hadi başlayalım…

Sağolun varolun. Çok teşekkür ederim. Hadi bakalım.

Futbol bir tutkudur. Benim için de öyle, çocukluğumdan beri öyleydi hâlâ öyle, geçmişin izleri hiç silinmiyor. Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe dendiği zaman aklımıza gelen isimler; Metin Oktay, Hakkı Yeten namı diğer Baba Hakkı ve Lefter Küçükandonyadis’dir. Bu üç isim hep efsane olmuştur, onları bu denli efsane yapan şey neydi?

Benim de futbolla kurduğum bağ, en çok bu sözünü ettiğiniz şeyle, geçmişin izleriyle, o izleri sil(e)memekle ilgili. Zaten geçmişle aramda tuhaf bir ilişki vardır benim. Geride bırakmak pek başarabildiğim bir şey değildir. Lost dizisindeki Doktor Jack Shephard’ı çok sevmemin altında da mesela, herhalde böyle bir şey var. Onun “Yoluma devam etmekte hiç başarılı değilim” repliği kadar kendime yakın az cümle biliyorum. O yüzden de onu bırakıp House dizisindeki Doktor Gregory House’a filan geçmedim. Şunu diyorum ezcümle; hayatta da futbolda da geçmişin gölgesi fena halde benim bugünüme düşer.

O gölgenin en kıymetli yerinde de o üç isim durur benim için. Üç büyüklerin üç büyükleri. Metin Oktay, Hakkı Yeten ve Lefter Küçükandonyadis. Onları efsane yapan şey, üzerine hep düşündüğüm, hep yazdığım, hep konuştuğum bir şey. Efsaneliklerini hiçbir zaman muazzam futbollarına bağlamadım. Bu isimlerin oynadıkları kulüplerle bu kadar özdeşleşmişken aynı zamanda bütün taraftarların sevgilisi olabilmelerinin sırrını sadece başarıyla filan çözmek imkânsız bence. Taraftarlık rüzgârının bu kadar berbat estiği bir iklimde, hem bir kulübün sembolü olacaksın hem de böyle takımlar üstü bir sevginin öznesi olacaksın. Bunu, atılan golle, başarıyla, kupayla, şampiyonlukla, şunla bunla filan açıklayamazsın. Başarı dediğimiz istatistiklere geçendir. Oysa böyle sevilmek için başarıyla birlikte çok başka şeyler gerekir. Futbol tanrısı, bu üç isme işte o “çok başka şeyler”i çok cömertçe bahşetmiş.

Ben onların iyi insanlar olduklarını düşünüyorum. Kendilerine, mesleklerine, rakiplerine saygılı insanlar olduklarını. Gerçek öfkeleri, gerçek üzüntüleri, gerçek sevinçleri olduğunu. Sahici olmanın karşılık bulması bence bu kadar sevilmelerinin nedeni. “Efsane” sözcüğü her ne kadar “büyülü”, “masalsı”, “gerçek olmayan” gibi anlamları çağırsa da efsane olmanın sahicilikle kuvvetli bir bağı var bence. Cemal Süreya’nın dediği gibi “Efsaneleşme olgusunda halkın temel özleminden bir parça olması gerekir.” Bence mesele bu.

Beşiktaş’ın unutulmaz efsanesi Hakkı Yeten namı değer Baba Hakkı, ona neden Baba Hakkı diyorlar, oynadığı mevki neydi ne kadar süre Beşiktaş’ta futbol oynadı, nasıl bir futbolcuydu?

Hakkı Yeten’e “Baba” unvanını getiren şeyi yine aynı iz üzerinden yürüyerek açıklayabilirim. Hakkı Yeten, on yedi sene Beşiktaş forması giymiş. Galatasaray ve Fenerbahçe’ye 30’ar gol olmak üzere 439 maçta 382 gol atmış. Ama sırrı burada değil.

Baba Hakkı’nın sırrına ermek için attığı gole, tuttuğu rakip futbolcuya bakmak yetmez. Onu anlatabilmek için yine Cemal Süreya’dan yardım alayım: “Tehlikeli melek. Altın yürekli ve çıkarsız haydut. Yenilmez Armada’nın azıcık boydan kısa kaptanı. Granit amatör. Elini beline koydu mu karşısındakilerin işi bitik. Baba sanında bir yiğitlik, bir özveri de saklı ki hemen hiçbir futbolcuya nasip olmamış. Beşiktaş takımının tarihsel görüntüsünü de açıklar. Daha neler var bu adda: Hocalık, şövalyelik, tok söz, kurumlaşmış ağabeylik… Daha daha: Sıkı denetim, içinde ürkü bulunmayan saygı, son ânı hiçbir zaman gündemden düşürmeyen gizil güç, uyluğuyla top alan bıçkınlık, şıklığı dışlamayan sert oyun.”

Hasılı, hep söylediğim gibi Baba Hakkı olmanın sırrı vakardadır. Centilmenliktedir, hem kibarlık hem bıçkınlıktadır. Tadından yenmez bir tatlı sertliktedir. Rakibe saygıdadır. Kimi zaman şövalyeliktedir.

1

Baba Hakkı’nın birçok müsabakalarda anıları mevcut, hakemle olsun, rakibin oyuncuları ile olsun taraftarla olsun, onun anılarından bize biraz bahsetsene Elif Hocam.

Çok bilinir, çok anlatılır ama ben de anlatayım hadi. Anmaya, anlatmaya yer arıyorum zaten. Bu meşhur hikâyelerin birinde, Şeref Stadı’nda iki takım için de çok önemli bir maç oynanmaktadır. Beşiktaş nefis bir kafa golü yer. Baba Hakkı derhal oyuncuları yanına çağırır, golü atan rakip golcü Coşkun Özarı’yı gösterir;“Bu çocuk büyük futbolcu olacak, aman dikkat edin, tekme gelmesin” der. Bir başka meşhur hikâyede de olaylar Baba Hakkı’nın Karagümrük’e fileleri yırtarak attığı golün verilmemesiyle gelişir. Taraftar yoğun bir protestoya başlar. Baba Hakkı birkaç kez taraftarlara “Susun!” anlamına gelecek işaretler yapar. Ancak verilmeyen golün öfkesi kolay dinmez. Baba Hakkı bu defa tribüne yaklaşır, taraftarlara “Çıkın dışarı!” der. Baba Hakkı’dan çekinen taraftar yatışır, protestosuna son verir. Bu defa da, maç sonrasında, hakemin çıkışını beklemek üzere stat etrafında toplanırlar. Verilmeyen golün hesabını rahat rahat sorabilmek için. Fakat maçın hakeminin yanında Baba Hakkı vardır. Kalabalığın arasından beraber yürüyüp geçerler. Kimsenin gıkı çıkmaz. Hadi bi de Beşiktaş’ın 2-0 önde olduğu Fenerbahçe maçı hikâyesini anlatayım. Baba Hakkı o maçta Fenerbahçe kaptanının yakasına yapışır “Arkadaşlarına söyle maça asılsınlar, bu maçın tadı böyle çıkmaz!” der. Maç 2-2 biter.

2

Baba Hakkı futbolu bıraktıktan sonra neler yaptı, teknik direktör kariyeri oldu mu Elif Hocam, hayatına nasıl devam etti? Bizi biraz bilgilendirir misin?

Baba Hakkı futbolu bıraktıktan hemen sonra Beşiktaş’ta teknik direktörlük yapmış.1948-1949 sezonunda görevi bırakıp bir sezon sonra tekrar dönmüş. İstanbul şampiyonluğu var. Sonra Beşiktaş başkanlığı yılları başlıyor. Üç dönem başkanlığı. Ve sonsuza kadar Beşiktaş’ın “Şeref Başkanı” unvanı.

3

Hakkı Yeten’in Arsenal’den teklif aldığı doğru muydu?

Bu hep konuşulan anlatılan bir şey. Ama tam aydınlığa kavuşmamış bir konu herhalde. En azından benim için aydınlık değil. Emin olduğum bir kaynaktan okumadım hiç. Bilmiyorum yani.

Lefter dendiği zaman aklıma şu nakarat geliyor: “Tribünler inledi binlerce kere, ver Lefter’e yaz deftere, bitti kalem, doldu defter, bu âlemde kral Lefter.” Bir de ona “Futbolun Ordinaryüsü” deniyordu, bu kadar efsanevi olmasına onu iten neydi, hangi mevki oynuyordu ne kadar süre Fenerbahçe’de oynadı, nasıl bir futbolcuydu?

Muazzam tezahürat. Şahane bir Lefter özeti. Sorularınızın tamamının cevabı bu tezahüratta gizli aslında. Ben de anlatmaya çalışayım bir şekilde. Lefter, 1947 yılında Fenerbahçe A takımında oynamaya başlar. 1951 yılında Fiorentina’ya transfer olur. Sonra Nice’de oynar. 1953-54 sezonunda Fenerbahçe’ye geri döner. Olağanüstü hikâye başlar.

Akıl dolu futbol, akıl almaz goller, gol krallıkları. Tezahüratta dedikleri gibi defterler dolar, kalemler tükenir, Lefter’in golleri bitmez. Oynadığı futbol zirve olarak kabul edildiğinden “Futbolun Ordinaryüsü” derler. Fenerbahçe tribününün gözünün bebeği. Kıymetlisi. Sarısı, laciverdi, her şeyi. Varı, yoğu, çubuklusu.

İlk sorunuzda üç büyük isim için söylediğim gibi Lefter’i de efsane yapan sadece golleri, penaltıları, futbolu filan değil. Bu akıl almaz başarıyı yaşama biçimi. Taşıma biçimi. Sakinliği. Gösterişle arasına koyduğu mesafe. Centilmenliği, tevazuu elden bırakmama ısrarı, insanlığı. Bu yüzden Beşiktaşlılar Lefter’in arkasından ağlarken “Baba Hakkı’mızın yanına gönderdik” dediler. Galatasaraylılar “Cennet artık çift forvet” diye eklediler. Böyle bir sevilmek.

4

Lefter’in futbolu bıraktıktan sonra teknik direktör olarak hayatına devam ettiğini biliyoruz; öncelikle yaşadığım şehir olan Mersin’in takımı olan Mersin İdman Yurdu’nun teknik direktörlüğünü de yapmıştı, buradan tüm Mersin taraftarlarına selamımı da göndereyim. Lefter’in teknik direktörlük kariyerinden de biraz bahsetsenize bize Elif Hocam.

Lefter, futbolu bıraktıktan sonra Yunanistan’da Eagaleo takımını çalıştırmıştır. Sonra Güney Afrika liginde Supersport United takımını. Türkiye’de Samsunspor, Orduspor, Mersin İdman Yurdu, Boluspor ve Sivaspor’da görev yapmıştır. Şehrinizin takımını 1.lige çıkarmıştır.

6-7 Eylül 1955 olaylarında Lefter de çok etkilenmişti. Kendisi Rum’du, yaşadığı o dönemleri dile getirmişti. Lefter’i bu denli inciten neydi, tepkisi neydi, biraz bundan bahsetmek ister misin Elif Hocam…

Bu sıklıkla yazdığım bir şey. Aynı biçimde cevap vereyim. Lefter, bu topraklarda yaşanan büyük acıların, büyük utançların, Varlık Vergisi’nin, 6-7 Eylül vahşetinin, Türkiyeli Rumların ikinci sürgününün tanığıdır. 6-7 Eylül’de evi “Vurun şu gâvura” diye basılmış taşlanmıştır. Şimdi şurada anlatırken bile “Yer yarılsa da içine girsem” duygusu kaplıyor içimi, çok zorlanıyorum. Lefter’in evinin basıldığını duyan Fenerbahçeliler motorlarla Ada’ya gelip evinin önüne barikat kurmuşlar. “Sana bunu kim yaptı söyle” demişler. Hesabını sormak istemişler. Lefter tek söz etmemiş, şikâyetçi de olmamış. Bu kadarını biliyoruz. Bir de günlerce ağladığını. Ötesini paylaşmadı, paylaşmak istemedi. Bu utanç bize yeter işte.

5

Ezeli rakipler Galatasaray ve Fenerbahçe deyince aklıma bir çok şey geliyor fakat beni en etkileyen sahne Lefter ve Metin’in santra çizgisindeki fotoğrafları; o fotoğraf için ne demek istersin, artık bu kadar samimi fotoğraflar göremediğimiz futbol aslında elimizden kayıp gitti mi?

Anlatmakla olacak gibi değil bu fotoğraf. Yüzlerine bakın. Bakışlardaki samimiyete bakın. Parçalı ile çubuklunun yan yana güzelliğine bakın. Topu tam ortadan eşit paylaşmaya bakın. Bu kadar mı milimetrik bir eşitlikte basarsın o topa. Büyüklük, sağa sola çekiştirmeden, “Hep ben, hep ben” demeden, “En büyük benim” diye ortalarda dolanmadan böyle paylaşılır işte.

Futbol elimizden kayıp gitsin diye ne yapılacaksa yapılıyor. Yukardan durmadan yapay bir düşmanlık pompalanıyor. Gerginlikten, nefretten, şiddetten beslenen bir büyüklük telaşı.

Endüstriyel futbol tüm silahlarını kuşanmış durumda zaten, anlatmaya lüzum yok. Futbol uleması hadise olsa da mesele köpürse diye bekliyor. Örgütlü taraftardan öcü gibi korkuyorlar. Ama taraftarın gerçek bir şiddet karşısında nasıl omuz omuza durduğunu gördük Gezi günlerinde. Ben gözümle Galatasaraylılar’ın Fenerbahçeliler’in “Beşiktaş sen bizim her şeyimizsin” diye yürüdüklerini gördüm. Oyun bizim oyunumuz, onu da yeniden kazanacağız.

6

Metin Oktay Galatasaray için çok büyük bir efsanedir. Metin Oktay ruhuna inanırlar her maça çıkarken elini kalbine götür derler, bir şekilde Metin’in ruhunu her maç yaşatmak isterler. Bize Metin ve Galatasaray’ı anlatsana Elif Hocam…

Bunu da hep anlattığım, hep yazdığım biçimde anlatmak istiyorum izin verirseniz. Şu fotoğrafla. Bence Metin Oktay’ın bu fotoğrafı, Türkiye futbol tarihinin en şahane fotoğraflarından biridir. Üstünde parçalı forma, eli göğsünde, gözleri hafif yerde. Orda elini koyduğu yerde göğsünün içinde kalbi vardır. Bazılarının yok. Onun vardır. Metin; “sağlam, dayanıklı, güçlü” anlamına gelir malumunuz. Metin Oktay gücünü, elini üstüne koyduğu kalbinden alır. Paradan puldan, attığı golden, hamilerinden, ağabeylerinden, şundan bundan değil. Oradan. Kalbinden. Oktay; “ok gibi güçlü olan, eşsiz kimse” demektir. Gücü tamam, ok gibi makas voleleri tamam, onlar zaten cepte. Esas mesele eşsizliğindedir. Krallığı da attığı muazzam gollerden filan değildir. “Kral adam” derler bir şey vardır ya, Metin Oktay odur. Eşsizdir. Biriciktir. Metin Oktay, Fenerbahçe ağlarını yırtan o meşhur golünün üstünden bin sene geçtikten sonra, kimsenin onu sevmesine filan ihtiyacı yokken; bütün efendiliği, bütün zarafeti, bütün sahiciliğiyle “Efendim, benim o gölüm tarihe geçti ama bu biraz da, Fenerbahçe’nin büyüklüğünden geliyor” demiş insandır.

7

Metin Oktay’ın en çok hatırlanan sözü “Bizi sevenleri üzmeyelim baba” sözüdür, bu söz de ne anlatmak istemiştir, bu sözü ne zaman söylemiştir bizi bilgilendirsene hocam…

Metin Oktay, bu cümleyi Fenerbahçe’nin transfer teklifini geri çevirirken söylemiş. Bu cümle para, pul, maç başına anlaşma laflarının çok uzağındaki bir ülkenin taçsız kralına çok yakışan bir cümledir. Binlerce sayfa yaz anlatamazsın böyle. Futbolda sevmek, sevilmek, üzmek, üzülmek ve aşkı paradan uzak tutma telaşını böyle anlatamazsın.

Gündüz Kılıç’ın Metin Oktay için Palermo futbol kulübü başkanına yazdığı mektup neydi?

Ömrümde okuduğum en acayip şeylerden biridir o mektup. Bu dilde yazılmış en güzel metinlerden biridir benim için. “Ah sinyor!” diye başlıyor. “Ah” diyor daha ne desin. Nasıl desin. “Belki sizce basit bir mukavele ile bağladığınız o insanın size neler kazandırdığını katiyen bilemezsiniz” diye devam ediyor. “Ne olur, ona iyi bakın. Ona babacan davranın. Ne kadar büyürse büyüsün, daima sevgiye, şefkate muhtaçtır Metin. Belki de muhitine cömertçe dağıttığı sevgi ve şefkat akümülatörlerini şarj edebilmek için” diyor. Benim her defasında nefesim kesiliyor. Futbolu neden sevdiğimi, aşkın futbolun neresinde olduğunu, benim neresine vurulduğumu bir daha bir daha hatırlatıyor bana bu mektup. Bir de Feyyaz Uçar’ın Süleyman Seba’ya yazdığı mektup vardır. Bu iki mektup beklemediğim yerden yediğim iki gol gibi. Topu bir köşeye, kaleciyi diğer köşeye savuran bir ters köşe golü gibi. Edebiyatçıların değil, futbol adamlarının kaleminden çıkma. Muazzam.

8

Metin Oktay’ın Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının idamının durdurulması için imza toplaması gayretini biliyoruz, bunun için ne demek istersin…

Onca baskının arasında yapmış bunu Metin Oktay. Doğru bildiğini yapmış. Baba Hakkı’nın da, Adnan Menderes’in Ankara’daki davetini “siyasi şov” olarak gördüğünü ve takım gitmesine rağmen icabet etmediğini biliyoruz.

Röportajıma konuk olduğun için çok teşekkür ediyorum Elif Hocam, son olarak bu üç büyük takımın taraftarlarına ne demek istersin?

Ben teşekkür ediyorum esas. Adlarını anmaktan, haklarında konuşmaktan, yazmaktan onur duyduğum çok büyük isimlerle ilgili konuştum daha ne isterim. Taraftarlara da ne diyim, dostluğun onlara çok yakıştığı günleri mıh gibi akıllarında tutmalarını isteyebilirim herhalde.

Röportaj yapan : Ozan – @norskdark Twitter

Röportaj veren: Elif Çongur – @elifcongur Twitter