Gazeteport

Bir Beşiktaş Analizi

Heyecan

Spor Toto Süper Lig’in ilk yarısı geride kalırken Beşiktaş sadece puan tablosunda zirvede yer almakla kalmayıp aynı zamanda ortaya koyduğu oyunla da taraflı tarafsız bir çok kişinin takdirini kazanmayı başardı. Özellikle topun temposu göz önüne alındığında lig standartlarının çok üzerinde ve göze hoş gelen bir hücum futbolu sergileyen siyah beyazlı ekip, 41 kez rakip fileleri havalandırarak ligin en fazla gol atmayı başaran ekibi de oldu.
Beşiktaş ilk yarı boyunca ortaya koyduğu oyunla bana fazlasıyla Şampiyonlar Ligi Finali’ne kadar yükselip Bayern Münih’e kaybeden 2012-13 Borussia Dortmund’unu andırdı. Siyah beyazlı ekip her ne kadar hücum gücüyle, bulduğu gol sayısının fazlalığıyla, maç sayısı adeti göz önüne alındığında pek de alışık olmadığımız farklı galibiyet sayılarıyla anılsa da aslında Beşiktaş’ı seyir zevki açısından öne çıkaran ve taktirleri toplamasını sağlayan rakibi boğarcasına dakikalarca kendi ceza sahasına hapseden bir hücum futbolu anlayışı değil; sahanın her bölgesinde ileriye doğru oyunu oynarken yapılan yüksek tempolu, toplu oyuncuların topu çok fazla ayağında tutmadan, topsuzların da sürekli sahadaki boş alanlara hareketlendiği ve bu sayede göze hoş gelen bir oyun tarzıyla gerçekleştirdi.

Beşiktaş, yarıştaki en büyük rakibi Fenerbahçe’nin özellikle son 6-7 maçta yaptığı rakibi geriye hapsederek gole ulaşma stratejisinin aksine bulduğu gollerin büyük bölümünü ya üçüncü bölgede uygulanan presin ardından kapılan toplarla doğrudan kaleye giderek, hücuma çıkışlarda özellikle orta sahayı geçince aniden tempo artırıp dikine bir oyun anlayışıyla önceliği rakip kaleye gitmek üzerine kurarak ya da rakip atakları esnasında Beşiktaş ceza sahası civarında kapılan toplarla yine hızlı ve dikine bir anlayışla kaleye giderek buldu. Ki özellikle Beşiktaş’ın öne geçtiği maçlarda daha bir keyif vermesi, Beşiktaş’ın daha fazla hücuma dayalı oynamasıyla değil aksine geride kapılan toplarda çıkarken çok daha hızlı, fakat buna rağmen bir o kadar da organize çıkmasıyla ilişkilendirmekte bir sakınca yok. Bu ataklardaki organizasyon, yani 1-2 oyuncunun topla salt dribling yaparak kaleye gittiği değil en az 3-4 ismin topla çok fazla haşır neşir olmadan deyim yerindeyse tak-tak-tak paslarla, Beşiktaş’ın “heyecan veren” oyun tarzını ve rakipleriyle arasındaki en büyük farkı oluşturdu.

Her şey ilk pasla başlar

Her ne kadar Beşiktaş’ın kaliteli hücum organizasyonları söz konusu olunca akıllara ilk olarak savunma hattının önündeki, Atiba’dan başlayan ve Gomez’e kadar devam eden kaliteli ayaklar gelse de siyah beyazlıların pek konuşulmayan stoper ikilisi birçok pozisyonda o kaliteli hücumları başlatan isimler oldular. Savunma performansları bir kenara konulduğunda, zaten Beşiktaş’ta kiralık olduğu dönemde bile Schuster’in tanıdığı serbestlikle birlikle topla fazlasıyla çıkan ve pas kalitesiyle o dönem gündeme gelen fakat ardından pek de bu meziyetiyle değerlendirilmeyen Ersan ile Rhodolfo ikilisi, özellikle Beşiktaş’ın maçlar esnasında baskı yedikleri anlarda sakin, ayağa, dikine ve zaman zaman da riskli paslarıyla önemli iş yaptılar.

Ligin üst seviye olarak değerlendiren bir çok takımı bile baskı yediği anlarda “topu uzaklaştırıp biraz olsun nefes alma” mantığıyla oynarken Beşiktaş elden geldiği ölçüde takım ne kadar geride olursa olsun ayağa ve bilinçli bir şekilde topu uzaklaştırma, daha doğrusu hücuma çıkma yolunu tercih etti.

Sadece rakibin geldiği anlarda değil, Beşiktaş stoper ikilisi savunmadan oyun kurarken de pek konuşulmasa da oyuna ciddi alamda etki ettiler. Ligin birçok ekibinde stoperler boşa çıkan ön liberolara risksiz ve genelde yan paslarla topu teslim ederken Beşiktaş’ta stoperlerin zaman zaman hem Atiba’ya hem de Oğuzhan’a 15-20 metrelik, dikine ve riskli pasları oldu. Çift ön liberolu sistemle oynayan ve bu isimlerden birinin genelde sadece savunma görevi gördüğü ligin bir çok ekibinde paslarla çıkılan hücumlar; stoperlerin önce defansif ön liberoya yan ver risksiz, ardından defansif ön liberonun yanındaki “çift yönlü orta saha oyuncusuna verdiği yine risksiz ve kaleye yaklaşma adına en fazla 10-15 metre kazandıran paslarla bile “başlamazken” Beşiktaş çoğu zaman daha ilk paslarda rakip eksiltmeye başladı. Dahası ligin bir çok ekibinde top tekniği sayesinde hücuma yönelik orta saha oyuncusu oynayabilecek nitelikte olan ama Beşiktaş’ta orta sahanın en gerisindeki isim olan Atiba ve birçok maçta Atiba’ya en yakın isim olan Oğuzhan’ın seri paslarla adam eksiltebilmesi ve tempoyu lig seviyesine göre aniden ulaşılmaz seviyelere çekmeleri, Olcay, Gökhan, Sosa, Quaresma gibi hareketli isimlerin de bu ikiliye katılması Beşiktaş’ı hem birebirde hem de tempolu paslarla çok kolay adam eksiltebilen bir takıma dönüştürdü. Bu tempo da Beşiktaş’ı rakiplerinden ayırmaya yetti.

Yedeklerin açlığı

Beşiktaş’ta devre boyunca göze batan rakiplerine göre öne çıktığı bir diğer fark da yedek hücumcuların açlığı oldu. Cenk ve Kerim başta olmak üzere özellikle skor Beşiktaş’ın lehineyken kenardan oyuna dâhil olan hücumcuların genellikle bencilliği abartmadan gol atma isteği, zaten gole aç bir takım olan Beşiktaş’ı da aç bir takıma dönüştürdü. 1-2 farkla bitecek maçlarda farkın daha da açılmasına sebep oldu. Beşiktaşın gole ihtiyacı olduğu anlarda ise bu isimlerin bireysel yaratıcılıklarıyla oyuna girişlerinin ardından yine çoğu zaman takıma fazlasıyla faydası dokundu.
Bu konuda Şenol Güneş’i ligin ikinci yarısında bekleyen tek önemli handikap herkesi mutlu ederek bir denge kurmak olacak. Her ne kadar bugüne kadar özellikle Cenk ve Kerim tarafından çatlak ses çıkmasa da Euro 2016’yı da düşünürsek milli takımın kağıt üzerinde Burak ile birlikte santrfordaki en önemli adayı Cenk’in daha çok süre bulmak isteyebileceği, dakika/performans değerlendirmesin yapıldığında Kerim’ün yüksek formu ve gol-asist katkısı, Quaresma’nın zaten ligin ilk yarısının son maçında başta olmak üzere zaman zaman gösterdiği olumsuz tepkilerin artma ihtimali düşünülürse Şenol Güneş’i potansiyel bir problem bekliyor diyebiliriz. İşler iyi gideren bu konu pek bir problem yaratmayacak olsa da olası 2-3 maçlık pouan kaybı, hem baskının artmasına hem de çatlak seslere yol açabilir.

Hücumcu rotasyonundaki bir diğer belirleyici de Olcay olacak. Konyaspor maçını bir kenara koyarsak sezonun ilk yarısını ortalama geçiren, bitiricilik konusunda zaman zaman haklı eleştiriler alan Olcay, her şeye rağmen Beşiktaş’ın rakip yarı sahada yaptığı presin en temel parçası. Her topu kapmasa da enerjisi, sürekli kovalaması ve rakibi hataya zorlayan baskısıyla öne çıkan Olcay’ın sahada olmadığı anlarda Beşiktaş’ın pres gücünün özellikle oyunun ilerleyen dakikalarında düştüğü bir gerçek ki Beşiktaş’ın temel stratejilerinden birisinin de ilerideki baskının ardından kapılan toplar olduğu düşünülünce Şenol Hoca adına bunun dengesini sağlamak da bir o kadar önem arz edecek.
Kanat hücumcularının yanı sıra yakın gelecekte sahalara dönmesi beklenen Veli ve Tolgay konusu da bir bakıma iki ucu keskin bıçak. Her ne kadar çokça konuşulduğu üzere özellikle Veli’nin Atiba’yı dinlendirebilecek olmasını Beşiktaş adına son derece olumlu bir gelişme olarak beklemekte bir beis olmasa da Veli’nin ne şekilde döneceği bir soru işareti. Tolgay konusunda ise şöyle bir gerçek var; yetenekleri tartışılmayacak olsa da birçok maçta Atiba’nın yedeği olarak değil yanında düşünüleceği bir gerçek ki bu da son derece formda giden Oğuzhan-Sosa ikilisinin zaman zaman bozulabileceği anlamına geliyor. Hele ki bu sezon oyun olarak ortalama seyretse de başta Kayseri ve Osmanlıspor maçları olmak üzere geçen senelere göre çok daha iyi yaptığı, tek bir pasla ya da şutla, “maç alabilme” meziyeti işleri daha da komplike hale getirebilir.

Bir diğer alternatif şart mı?

Beşiktaş’ın ikinci yarıya girerken takıma bireysel anlamda kale ve alternatifi olmayan – daha doğrusu Şenol Hoca’ya göre olmayan – stopere takviye yapılacağı zaten bilinen bir gerçek. Fakat oyun planı anlamında değerlendirdiğimizde, daha önce de belirttiğim gibi, Beşiktaş’ın genellikle hızlı çıkan bir takım olduğu, hatta bunu organize ve göze hoş gelerek yapma şekliyle gollerin neredeyse çeyreğinden fazlasını kontra atakla bulmasına rağmen kontra atak takımı olarak anılmadığı bir gerçek. Beşiktaş’ın Akhisar, Başakşehir, Sivasspor, Rizespor ve Kasımpaşa maçlarında ise yerleşik ve geriye yaslanmış savunmayı açmakta zornaldığını dönem dönem gördük. Ligin ikici yarısında da takımların büyük çoğunluğunun Beşiktaş’a karşı bu tarz bir anlayışla sahada yer alacağını tahmin etmek de güç değil. Bu öngörü ışında Beşiktaş’ın zaten Gomez gibi neredeyse yoktan var edebilen bir oyuncusu ve adam eksiltebilen farklı alternatifleri mevcut. Fakat bunun ne kadar yeteceği de bir soru işareti. Bu noktada kanat beklerinden, İsmail ne kadar artan bir grafik sergilese de, oyunu genişletmek ve alternatif yaratabilmek adına daha fazla bir hücum katkısı gerekebilir.

Son tahlilde Beşiktaş’ın bu sezon Fenerbahçe ile şampiyonluk yarışında sonuna kadar gideceğini tahmin etmek yanlış olmaz. Siyah beyazlılar, hücum olarak keyif veriyor, adeta istediği hemen hemen her şeyi şimdilik yapabiliyor. Buna ufak da olsa organizasyon anlamında bir alternatif daha katabilmek Beşiktaş’ın elini yarışta ciddi olarak güçlendirecektir. Dahası Fenerbahçe’nin Avrupa Ligi gibi Türkiye standartlarında ciddiye alınan bir kulvarda da devam ediyor olması Beşiktaş adına potansiyel bir avantaj. Şenol Hoca’nın kariyerindeki başarılarına rağmen henüz şampiyonluk yaşamamış olması, Beşiktaş’ta temelleri neredeyse 3 sezondur pek değişmeyen oyuncu grubunun geride bıraktığımız yıllarda ligin son virajlarında kopması ve bunun getirebileceği potansiyel baskı, özellikle takıma yöneltilen eleştirilerin büyük bölümünü oluşturan ve organizasyon değil bireysel kaynaklı “kolay ve basit gol yeme” hastalığı ise Beşiktaş’ın kaderini belirleyecek ana etmenler olacaktır. Ama şurası bir gerçek ki belki de Mustafa Denizli’nin iki kupalı sezonu da dâhil olmak üzere günümüz Beşiktaş’ı 2003-04’ten bu yana şampiyonluğa en yakın oyunu sergiliyor.

Emre Çelik

Exit mobile version