Geçtiğimiz gece yarısı KHK ile kamudan toplamda 4 bin 464 memur ihraç edildi. Ancak görünen o ki, bilim dünyası en büyük yarayı aldı. “Fikirlerimden şüpheye düşerseniz bilimi seçin” diyen Atatürk’ün ülkesinde, bugün bilimden bunca uzağa düşülsün… Pek çok akademisyenin işten atıldığı bu KHK kararıyla, haklı olarak gözden kaçan bir konuya ve özellikle bir fakültenin önemine dikkat çekmek istedim. Nasıl mı?
Şöyle ki; öncelikle Ankara Üniversitesi, Atatürk ilke ve inkılâplarının dayanaklarını oluşturmak, bu ilke ve inkılâpları yurt geneline yaymak, kökleştirmek ve çağdaşlığın, bilimin ve aydınlığın ifadesi olan bu değerlerin savunuculuğunu yapmak üzere, temeli bizzat Atatürk tarafından atılmış bir üniversitedir. Ancak Ankara Üniversitesi İletişim ve Siyasal Bilimler fakültelerindeki ihraçlar yanında en büyük darbeyi, Atatürk’ün açılmasını bilhassa sağladığı Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (DTCF) aldı. Bu ihraçlarla sadece 4 akademisyenin kaldığı Tiyatro bölümü de böylece fiilen kapatılmış oldu…
Ancak DTCF’nin aldığı yara, konuşulandan daha ciddi ne yazık ki… Çünkü bilhassa DTCF, Atatürk’ün adını koyduğu ve özel görev yüklediği bir bilim merkezidir… Cumhuriyet Türkiye’sinin benimsediği misyon ve vizyonun da önemli bir parçasıdır. Nasıl olduğunu bilmeyenler için biraz açalım…
Öncelikle Atatürk, çağdaş Türkiye’deki atılımların, özgür düşünceli bireylerin doğru ve ülkesine yararlı şekilde yetişmesini sağlaması gerektiğine inanıyordu. Bireylerin yetişebilmesi için de Türk dilinin, tarihinin ve kültürünün derinliğine araştırılmasının en önemli ilk koşul olduğunu düşünüyordu. Onun uygarlık idealinin sağlanması için gerekli gördüğü bu Fakülte, aslında Cumhuriyet devrimlerinin devamı için önemli bir adımdı.
Mustafa Kemal, uygarlık ideali için dil ve tarihi araç olarak seçmişti. Bu noktada DTCF’yi önemli unsurlardan biri, Atatürk’ün dil ve tarih devriminin tamamlayıcı unsurlarından biri olarak kurulmuş olmasıdır. Atatürk bu ideali kapsamında, yeni bir anlayışla dil ve tarih araştırmalarını gerçekleştirmek için sırasıyla aşağıdaki atılımları gerçekleştirir:
12 Nisan 1931’de Türk tarihinin ilk kaynaklardan araştırılması amacıyla Atatürk’ün direktifiyle Türk Tarih Kurumu (Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti) kurulur.
12 Temmuz 1932’de Türkçeyi incelemek, gelişmesi için çalışmak amacıyla Türk Dil Kurumu (Türk Dili Tetkik Cemiyeti) yine Atatürk talimatıyla kurulur.
11 Mart 1935’te Atatürk Maarif Vekili Abidin Özmeriç’den Ankara’da “Tarih-Coğrafya Fakültesi” kurulmasını istemiştir. 22 Haziran 1935’de de Türk tarihini yeni bir gözle araştırmak için yine Atatürk’ün talimatıyla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni açılır. Atatürk’ün amacı, bu fakültede Türk dili ve tarihi ile Türkiye coğrafyasının ilmi tetkiklerinin yer alması ve bu işler için Türk gençlerinin yetiştirilmesidir.
Afet İnan DTCF’nin kuruluşunu şöyle anlatıyor:
“Cumhurbaşkanı Atatürk, bu fakültenin ismini bizzat koymuş ve kuruluşuyla yakından ilgilenmiştir. Fakülte binasının planları üzerinde de meşgul olan Atatürk, bilhassa binanın dış görünüşü ile ilgilenmiş ve iç bölümlerinde yer alacak enstitüler ve Türk Tarih Kurumu’na yer ayrılması için fikrini söylemiştir. Fakülte binasına ayrı yan bir kapı ile girilecek olan kısmında, Türk Tarih Kurumu için kütüphanesi, toplantı salonu ve büroları ile ayrı bir dairenin planda yer almasını önemle istemiş ve emir vermiştir. Diğer taraftan, fakültenin tüzük ve programlarının tespitinde bütün dünya üniversitelerinin program ve tüzükleri incelenmek üzere Atatürk’ün emriyle getirilmiştir. Fakülte kurulurken programları üzerinde konuşulduğu esnada Profesör Muzaffer Göker’e (Fakültenin ilk dekanı) Atatürk, coğrafya öğretimi ve tetkikleri için uzun bir not yazdırmıştı. Orada tespit edildiği fikirlerde ‘Coğrafyanın dershaneden ziyade, arazi üzerinde hoca ve talebenin çalışmaları ve müşahedelerinin esas alınması lazım geldiği ve yeni metotlara göre tetkikten geçerek bir Türkiye coğrafyasının yazılması’ idi. Hatta Tarih gibi bir ‘Coğrafya Kurumu’ kurulmasını düşünen Atatürk, bu uzun notların sonunda, fakülte açıldıktan sonra, ‘İhtiyaca göre böyle bir teşekkülün lüzumu belli olacaktır.’ demiştir.
Fakülte için ilk ismi Tarih-Coğrafya yazdırmasının sebebi şudur: Coğrafya ile Tarih sıkı iş birliği içindedir. Atatürk, bilhassa iki bilginin paralel gitmesinin ve coğrafi şartların izahı yapılmadan, harita rehberliğinden mahrum bir tarihin hiç işe yaramadığını kabul ederdi. 1935 yılında Ankara Üniversitesi’nin ilk Fakülte kanun tasarısı TBMM’ye verildiği vakit, adı sadece Tarih-Coğrafya Fakültesi idi. Fakat kanun çıkmadan önce Atatürk’ün yeni bir direktifi ile “Dil” kelimesi eklenerek Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi olmuştur.” (1)
DTCF’nin 14 Haziran 1935’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen 2795 sayılı kanunun 22 Haziran 1935 tarih ve 3035 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle kuruluşu tamamlanır. 23 Mayıs 1935 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sunulan kanun tasarısında Fakültenin kuruluş gerekçesi şöyle belirtilmiştir: “Hükûmet merkezimizde bir taraftan Türk kültürünü bilgi metodu ile işleyecek tetkik ve araştırma kurumlarına olan ihtiyaç, diğer taraftan orta öğretim kurumlarımıza ulusal dil ve tarihimizin bilimsel ve en yeni anlayışlarına göre hazırlanmış öğretmen yetiştirmek ve bugünkü öğretmenlerimizin bu yönden bilgilerini tamamlamak gereği, Ankara’da bir Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulmasını icâb ettirmiştir”.
Fakültenin kuruluşunu öngören 2795 sayılı yasanın gerekçesinde ise “2” ayrı gereksinme vurgulanır: “Başkentte, bir yönden Türk kültürünü bilgi yöntemi ile işleyecek bir inceleme ve araştırma kurumuna olan gereksinme, öte yandan orta öğretim kurumlarımıza ulusal dil ve tarihimizin bilimsel ve en yeni anlayışlarına göre hazırlanmış öğretmen yetiştirmek…”
Tasarıyı olduğu gibi kabul eden Meclis Millî Eğitim Komisyonu, raporuna “İleride fakülteleri toplayacak bir Ankara Üniversitesi kurulması” dileğini de ekler. Genel Kurul görüşmeleri sırasında söz alan Kültür Bakanı Saffet Arıkan, Fakültenin “Atatürk’ün yüksek dehâsından doğan ve kendi eliyle kurduğu yarınların Tarih ve Dil hareketi, bunlara bağlı olan Arkeoloji ve Coğrafya bilgileri için” açıldığını vurgular.
9 Ocak 1936’da Atatürk’ün de katıldığı büyük bir törenle öğretime başlayan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin, bilimsel araştırmalar yapma ve yaymanın dışında Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarını da birlikte değerlendirip senteze varmaya da çalışması hedefleniyordu…
Atatürk’ün kendisi de Türk dili üzerindeki yerli ve yabancı araştırmaları bizzat inceleyerek, dönemindeki bilginleri Türk dili üzerinde araştırmalar yapmaya yönlendirmiştir. Nitekim Türk dilinin en eski anıtları olan Göktürk (Runik) yazılı metinlerin ilk iki cildi onun sağlığında yayımlanmış; 1940’larda yayın hayatına çıkabilen Dîvânu Lügâti’t-Turk, Kutadgu Bilig gibi eserler üzerinde de yine onun sağlığında çalışılmaya başlanmıştır. Afet İnan’ın notları arasında, ona “Eğer Cumhurreisi olmasam, Maarif Vekili olmak isterim” dediğini görüyoruz…
Bütün bu çalışmalara ve de bu günlere bakıldığında, Atatürk’ün en büyük savaşı “Uygarlaşma Savaşı” olmuştur, belki de?.. Çünkü Türk toplumu, daha evvelki yöneticilerin ihmalleri ile her alanda, özellikle eğitimde geri bırakılmıştı. Cumhuriyet’e geçişte, tek yüksek öğretim kurumumuz “İstanbul Darülfünunu”ydu. 1863’te kurulan bu kurum Fatih Medresesi’nden şekil değiştirerek günümüze gelir. Ama Orta Çağ’dan kalma havadan Cumhuriyet’in ilk yıllarına dek kurtulamamış. Meselâ 1924’te Darülfünun bahçesinde fotoğraf çektiren öğrenciler, fotoğraf çektirmeyi günah sayan öğretim üyelerince cezalandırılırlar… Hiçbir bilim dalında kitap yazılmaz, araştırma yapılmaz. Batı ile ilgi pek azdır. Atatürk önceleri, “Bilimin millî istiklâl ile eş olduğu cihetle işgal buyurmakta olduğunuz öğretim kürsülerinde memleketin, siz bilim adamları dahi hiç şüphesiz aynı savaşın kahramanlarısınız” diyecek kadar öğretim üyelerini yücelterek onları değiştirmeye çalışır. Tüm uyarılarına rağmen beklediği değişimi göremeyince 1931’de bu kurumda köklü reform yapma kararını verir. Ocak 1932’de İsviçre’den ünlü uzman Prof. Dr. Malche’ı getirtir. Ona Darülfünun’u inceletir ve bir rapor ister.
Prof. Malche raporunda: “İstanbul Darülfünunu’nun Türk İnkılâbına yaraşır bir dinamizmden mahrum olduğunu; kendisini şuurlu bir şekilde belli bir noktaya yöneltecek ilmî ve fikrî bir hıza sahip olmadığını, üniversitenin fikrî ve ilmî tutumuyla hayat arasında bağ bulunması gerektiğini, nazariyecilik sistemi ile mücadele gerektiğini, Türkiye gibi baştan kurulan bir ülkede üniversite kürsülerinin çok başka konularla meşgul olması gerektiğini, bunu Türkiye’nin istikbaliyle çok alâkalı gördüğünü” vurgular.
Ancak Atatürk üniversite reformunda kararlıdır. Bu iş için bakanlığa Dr. Reşit Galip’i getirir ve üniversite kanunu Ağustos 1933’te çıkar. Böylece ilk çağdaş Türk Üniversitesi yepyeni bir kadro ve hava ile 1933-1934 öğretim yılına başlar. Ancak Atatürk tek üniversitenin yetmeyeceğini düşünür. Cumhuriyet’in başkentinde Ankara Üniversitesi’ni kurmayı kararlaştırır. Tıp Fakültesinden işe başlamayı tavsiye eder. Ankara Üniversitesi, daha evvel birer yüksekokul olarak açılan Hukuk, Dil ve Tarih-Coğrafya ve Ziraat Fakülteleriyle kuruluşa geçmiştir. Atatürk’ün amacı, başkent Ankara’nın ardından Doğu’da üniversiteler kurmak ve cahil bir kişi bile kalmaması için eğitimi yaygınlaştırmaktır. Van Üniversitesi de onun vasiyetidir…
Çağdaş Türkiye’nin çağdaş insanı için Atatürk tarafından bizzat kurulan DTCF’nin kurucusu ve amacı bakımından önemi ve Atatürk’ün bilime verdiği değer özetle böyle… Bu köklü bilim merkezinin kuruluşundan bugüne aralarında herkesin tanıdığı Bahriye Üçok, Muazzez İlmiye Çığ, Füsun Akatlı, Metin Altıok, Halil İnalcık, Sevda Şener, Mert Fırat, Songül Öden, Tülay Günal gibi alanlarında başarılı isimler var. Türkiye’nin aydınlığı için çalışan bilim insanlarının yetiştirdiği aydınlık insanlar… Ama bundan sonrası meçhul… Tıpkı Türkiye’nin yakın tarihte yaşayacakları gibi… Bir milleti bir arada tutan iki önemli unsurdan birinin tarih olduğunu söyleyen Atatürk’ü örnek alarak, bir tarihimizi unutmayalım yazısıdır bu… Yorum sizin…
Atatürk sanat ve eğitime çok önem veriyordu
Kurulduğu 1936 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Hititoloji bölümüne kaydolan Muazzez İlmiye Çığ, fakültenin önemiyle ilgili şunları anlattı: “Atatürk, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ni kurarak, Türk dilinin, Türk tarihinin ve Türk kültürünün derinliğine araştırılmasını sağlamıştır. Bununla da yetinmemiş Hititoloji ve Sumeroloji bölümlerinin kurulmasına öncülük etmiştir. Bu kadar sıkıntının arasında bunları düşünmüş ve hayata geçirmiştir. Atatürk sanat ve eğitime çok önem veriyordu. Ama yüksek eğitim yaptıracak hoca yok. 1924’te liselerde başarılı birkaç kişi, sınavla Avrupa’ya gönderildi. Hiçbir şey olmayan memlekette, onları gönderdi, kız erkek, 150 çocuk… O zamanda bunları düşünmenin, ne büyük şey olduğunu şimdi idrak ediyorum. Ama o çocukların yetişip gelmesi kolay değil ki, 8-10 sene lazım gelip ders verebilmeleri için. 1933 yılında Hitler, Yahudi olan bütün hocaları kürsülerinden attı, sokakta kaldılar. Bir dernek kurmuşlar, bütün ülkelere mektup yazıyorlar ama hiçbir ülke onları kabul etmiyor. Düşünün Amerika bile kabul etmiyor ki, Amerika göçmen memleketi. Artık 10 senelik bir Türkiye devleti var. Kabul eder mi diye bize de başvuruyorlar. Atatürk çok akıllı bir adam, onları kabul ediyor ve onlarla anlaşma yapılıyor. Anlaşmada, ‘Bundan sonra bu şahıslar bizim devletin memurudur, ister sokakta olsun ister hapiste, bize gönderilecektir. Alman hükümeti buna herhangi bir engel koyamaz, şayet yapacak olursa biz gereğini yapacağız’ deniyor. Düşün daha 10 yıllık devletiz! Bu beni çok heyecanlandırdı. Geldiler ve ne istedilerse yapıldı. Kitaplık istediler geldi, laboratuvar istediler kuruldu, yanlarına tercüman verildi, iyi de para aldılar. Böyle olunca, o hocalar bildikleri her şeyi vermeye çalıştı, talebeler de ellerinden geldiği kadar çalıştı. Bir an önce öğrenelim, memlekete faydalı olalım, bütün öğrencilerin yegâne hedefi buydu… Herkes bütün bu fedakârlığın nasıl olduğunu idrak etti.” (2)
Umuyorum ki, bu yanlıştan en kısa sürede dönülecektir…
Ankara Üniversite Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden mezun olan oyuncu arkadaşı Tülay Günal, yaşananlarla ilgili duygularını şöyle ifade etti: “Çok üzgünüm… Hocam Selda Öndül, Tülin Sağlam, Elif Çongur, Beliz Güçbilmez… Bu isimlerin hepsi bu ülke için bir değerdir. DTCF’nde eğitim almış ve bir süre hocalık yapmış biri olarak şunu söyleyebilirim: ‘Bu acımasız dünyaya tahammül edebilmenin yollarından biri sanattır. Bunun için üretmeye, çalışmaya, araştırmaya devam edeceğiz. DTCF’deki değerli hocalarımızdan öğrendik bunu. Hocalarımızın tiyatro sanatına katkıları her koşulda sürecektir ve umuyorum ki, bu yanlıştan en kısa sürede dönülecektir…”
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi hakkında:
* Ankara Üniversitesi’nin Fakülte olarak kurulan ilk akademik birimi olan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin şimdiki binası, ünlü Alman mimar Bruno J.F. TAUT tarafından 1937-1938 yıllarında projelendirilerek inşa edilmiş ve 1940 Kasım ayında da öğretime açılmıştır.
* 13 Haziran 1946 tarihine kadar Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, bu tarihten itibaren 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu ile Ankara Üniversitesi’nin bünyesinde yer almıştır.
* Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 19 Bölüm altında 65 anabilim ve 2 ana sanat dalının faaliyet gösterdiği, 37 bağımsız lisans programı uygulayan büyük bir akademik yapıdır.
* DTCF Türk tarihinin incelenmesine kaynak sağlayan Sumerce, Hititçe, Latince, Yunanca, antik Doğu ve Batı dillerinin yanında modern dillerde eğitim verir. Ayrıca coğrafya, felsefe, psikoloji, sosyoloji, antropoloji gibi çeşitli sosyal bilimlerin farklı alanlarında eğitim veren bir bilim kurumudur!
* DTCF’nin çok önemli bir başka özelliği de Türkiye’de tiyatro eğitiminin konservatuvarlar dışında, bilimsel düzeyde verildiği ilk bölüm DTCF Tiyatro Bölümü oluşudur!
* Afet İnan: Atatürk Hakkında Hatıra ve Belgeler, 1959, s.221
* Özlem Özdemir: Cumhuriyet Işığında Söyleşiler, Şubat 2017