Gazeteport

YeniYüzyıl’ın Tuhaf Öyküsü

Yeniyüzyıl Politika Editörü Murat Seçkin  Yeniyüzyıl gazetesinin kapanma sürecini, çalışanların alacaklarını ve gazetenin sahibi Mansur Topçuğlu’nu yazdı. Murat Seçkin’in kaleminden İşte Haliç Üniversitesi’ne YÖK’ün el koymasıyla birlikte tuhaf ilişkilerin ortaya çıktığı Yeniyüzyıl ‘da yaşananlar ve tartışmalı sahibi Mansur Topçuğlu; 

“Tarih 14 Mayıs 2016 Cumartesi. Yeni Yüzyıl gazetesinde 2-3 aylık maaşlar ödenmediği için bütün personel isyanda. Herkes patrondan yani Mansur Topçuoğlu’ndan net bir cevap bekliyor. İki gün öncesinde de Mansur Topçuoğlu’nun “sahibi olduğu” mu desem “mütevelli heyet başkanı olduğu” mu desem Haliç Üniversitesi’ne YÖK tarafından el konuluyor. El konulur konulmaz gazetenin o an Genel Yayın Yönetmeni olan Atilla Güner, topluyor bütün gazete çalışanlarını ve istifa ettiğini açıklıyor. Daha birinci sayfa bitmeden de binayı terk ediyor… Ama pek tabi ki, biz Yeni Yüzyıl çalışanlarıyız ve Haliç Üniversitesi’yle bildiğimiz hiçbir bağımız yok…

Velhasıl aylarca maaşını almamış tüm personel, patronla konuşma kararı alıyor ve kendisini gazeteye davet ediyor… Ve bir karar daha alınıyor çalışanlar arasında: Hep bir ağızdan ses çıkmayacak. İki sözcü belirlenecek ve Topçuoğlu’yla sadece bu iki kişi konuşacak. Sözcülerden biri ben oluyorum, diğeri de Nihat Hatipoğlu… Ama saat 15.00’te geleceği söylenen patronun, gelmeyeceği dedikoduları yayılıyor birden. Bütün söylentilere rağmen bekliyoruz ve saat 18.00’de Topçuoğlu, binadan giriş yapıyor.

Herkes toplanıyor gazetenin avlusunda. Herkes bir koltuk bulup oturuyor. Patronun yanında soyadını bilmediğim Bora ve Gökhan isimli iki has adamı da var. Topçuoğlu konuşmaya başlıyor ve her nedense konuşmanın başında bir-iki cümle kurar kurmaz şöyle bir uyarıda bulunuyor: “Ses kaydı alınmayacak değil mi? Daha önce başıma geldi de… Sonradan söyleyeceklerim aleyhimde kullanılmasın…”

Herkesin cep telefonlarının kapatılması öneriliyor… Kapatıyoruz da… Ve Topçuoğlu başlıyor anlatmaya: “Büyük bir savaşın içine girdim. Üniversiteme hukuksuz şekilde el konuldu… Biliyorum… Size karşı da mahcubum… Maaşlarınızı ödeyemedim… Kağıt masrafı şu kadar, baskı maliyeti bu kadar…” Yanındaki Bora söze giriyor ve hepimize reel olarak rakamlarla baskı ve kağıt maliyetlerini anlatıyor. Sonra Topçuoğlu devam ediyor ve soruyor: “Bu savaşta yanımda mısınız?”

Sıra sözcülere geliyor. Bu defa da ben başlıyorum konuşmaya: “Mansur Bey, hoş geldiniz” diyorum ve devam ediyorum: “Siz şu an devletle savaşıyorsunuz, hükümetle savaşıyorsunuz, YÖK’le savaşıyorsunuz… Burada gördüğünüz 70 arkadaşım da bankalarla ve ev sahipleriyle savaşıyor. Siz bizim bu öncelikli savaşımızı sona erdirirseniz sonuçta burası bir gazete, ve biz de size ait bu gazete üzerinden savaşınızda arkanızda dururuz. Ancak önceliğimiz ödenmeyen maaşlarımızın ödenmesidir.”

“Kağıt ve baskı maliyeti devam ederse sizi mağdur etmeyi sürdürürüm” diyor Topçuoğlu ve ikinci adam Bora, “e-gazeteye dönersek maaşları kolaylıkla ödeyebiliriz” diyor. Bizim için değişen bir şey yok, ister kağıt, ister e-gazete… Öncelikli derdimiz içeredeki maaşları almak… Gün istiyoruz… Topçuoğlu şu cevabı veriyor: “İlk maaşınızı Çarşamba, ikinci maaşınızı en geç Pazartesi ödeyeceğim…” Kabul ediyoruz ve son gazetemizi yapmak için başlıyoruz çalışmaya. Sürmanşeti kendisi hazırlıyor. “Elhamdülillah ‘bireysel bir Müslüman’ olarak ikinci 28 Şubat’ı yaşadım” başlığını kendisi atıyor yazıyı da kendisi yazıyor.

Manşet başlığında kime mesaj göndermemiz gerektiğini soruyorum… “Erdoğan’a” cevabı alıyoruz… Tabi göndermeyi Erdoğan’a yapacağız; ama tek kelime Erdoğan’dan bahsetme şansımız da yok… “Bu bir veda değil bir Fatiha’dır” başlığını atıyorum ve altındaki üç spotu yazıyorum. O spotlarda en belirleyici cümle şudur: “Aynı kadrolarla e-gazete çıkaracağız…”

Ve altındaki YÖK haberi… Bu haber yapılırken kendisine gazeteci arkadaşım şu soruyu soruyor: “YÖK sizden belge istediğinde hepsini teslim ettiniz mi?” “Evet” diye cevaplıyor Topçuoğlu ve arkadaşım da bu cevaba güvenerek “YÖK’e cevaplar” başlıklı haberi yazıyor.

Arkadaşın bu sorusunun ardından ben de “Bu bina Haliç Üniversitesi’ne mi ait?” diye soruyorum. Bora’yla Topçuoğlu aynı anda cevap veriyor: “Bina da, bilgisayarlar da Yeni Yüzyıl’a ait…” Peki madem sorun yok o zaman…

Sonrası “Pelikanlı değil delikanlı dosya” yazısı. Ben o yazıyı neredeyse üç gün önce yazmıştım zaten… “Erdoğan’ı sevmiyorum” ya iki cümle de “mağdur” Topçuoğlu’nu ekliyorum… Malum kendisi maaşları ödemeye söz vermiş patron. Ahmet Hakan’ın Aydın Doğan yazılarından da daha beter değil… Ethem Sancak’ı savunan yazarlardan hele hele hiç beter değil…

Şimdi gelelim Topçuoğlu’nun telefonlar kapandığında kurduğu o tarihi cümleye: “Haliç Üniversitesi’nin hesaplarına bloke konulduğu için sizin de maaşınızı ödeyemedik…”

Zaten birkaç gün sonra binanın da, Yeni Yüzyıl bilgisayarlarının da kime ait olduğu çıkıyor ortaya… İçerideki eşyalarımızı bile YÖK’ün görevlendirdiği kişiler veriyor kapıdan ve bir daha binadan içeri alınmıyoruz… Bu arada eklemeliyim, Topçuoğlu’nun has adamı Bora’nın da apar topar ABD’ye gittiğini öğreniyoruz…

Ben bir daha hiçbir gazete kapısından giremeyeceğime emin bir şekilde şu sözleri önemsiyorum: “Murat, sen bunları yapmazsan biz şu son maaşı da alamazdık…” Bunu da son çalıştığım ve haliyle son çalışacağım gazetedeki bazı arkadaşlarım söylüyor.

Bu arada YÖK’e bir sorum var: “Madem her şeyi size ait bir gazete var ortada… El koyduğunuz üniversitenin Mütevelli Heyet Başkanı da bu gazetenin sahibi görünüyor. Hukuki olarak bir illiyet bağı kurup, Yeni Yüzyıl gazetesi çalışanlarının mağduriyetini gidermeyi de gündeminize neden almıyorsunuz?”

Buradan bir başka avukata arattığımızda “Bana şantaj mı yapıyorsunuz” diyerek hukuk tarihine geçen “Avukat” Topçuoğlu’na da bir sorum var… Kendisi “Elhamdülillah bireysel bir Müslüman olarak ikinci 28 Şubat’ı yaşadım” demişti… 28 Şubat’ta bir çok kız öğrencimizin acı çektiğine ve ikna odalarında ağlatıldığına hepimiz şahit olmuştuk… Kusura bakma da sen ne yaşadın ilk 28 Şubat’ta?.. Başörtüsüyle üniversiteye mi giremedin?..”

 

Exit mobile version