Vahşet Cumhuriyeti’nde yaşıyoruz. Cizre’deki vahşet bodrumundan, 6 Ağustos’tan bu yana kendisinden haber alınamayan ve yaşamını seks yaparak sağlayan trans kadın Hande Kader’in yakılarak katledilmiş bedeninin bulunduğu İstanbul Zekeriyaköy’e kadar bizim coğrafyamız… Gün geçmesin ki, şiddetin dehşet yüzü, ummadığımız anda yüzümüze tükürmesin. Ve bu büyük şiddetin mağdurlarından biri de 31 yaşındaki Kemal Ördek. Kendisi 31 yaşında, Antakyalı biri. Nusayri. Trans bir kadın. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu. Yüksek lisansını ODTÜ Sosyoloji bölümünde yapıyor. LGBTİ hakları aktivisti. Kemal Ördek’le, yaşamını para karşılığı seks yaparak kazanırken, Vahşet Cumhuriyeti’nde geçen yıl Ankara’nın göbeğinde başına gelen “o gece”yi, tecavüzü, nefreti ve “ötekiler”in başına gelen katliamları, kökenlerini konuştum.
Kutlu Esendemir (kutluesendemir@hotmail.com)
Bundan bir yıl öncesine dönersek, o akşam evinizde yaşadığınız dehşet neydi?
O kötü gece 5 Temmuz’u 6 Temmuz’a bağlayan geceydi. Daha önceden müşterim olan 2 erkekle evimde görüşmek üzere anlaştık. Saat 11:00’de evimde buluştuk. Her iki müşterimi tanıdığım için, bir sorun çıkacağını düşünmemiştim. Zira herhangi bir şüpheli hareketlerini görmemiştim önceki görüşmelerimde. Ancak düşündüğüm gibi olmadı.
Ne oldu?
Müşterilerimden biriyle yatak odamda beraber oldum. Sonra o oturma odasına gitti. Diğer müşterimle birlikte olmak için yatak odamda kaldım. Fakat, oturma odasına giden müşterimin telefonla biriyle konuştuğunu duydum. Evimin açık adresini veriyordu telefonla konuştuğu kişiye.
Tedirgin olmadınız mı?
Bir şeylerin ters gittiğini fark ettim. Üzerime bir şeyler alıp oturma odasına girdim ve kiminle konuştuğunu, neden evimin adresini o şahsa verdiğini sordum. Tatmin edici cevaplar vermedi. Açık söyleyim; çok korktum. Sanki birkaç dakika içerisinde olacakları bir anda hissetmiş gibi oldum. Birçok seks işçisi arkadaşım, bu ve benzeri deneyimler yaşayıp öldürülmüştü. Ölüm korkusu buz gibi bir şey.
Ya sonra?
Hızlıca yatak odama gidip üzerimi giyinmeye başladım. Çünkü artık diğer kişiyle birlikte olamazdım. Önceden birlikte olduğum kişi başka biriyle görüşmüş, evimin adresini vermişti. Bir şeyler ters gidiyordu. Üzerimi giyinirken dış kapımın açılıp kapandığını işittim. Daha büyük bir tedirginlikle kapıya doğru gittim, neyse ki başkası girmemişti. Aksine, ilk birlikte olduğum kişi evden çıkmıştı. Evde kalan ve benle birlikte olmayı bekleyen kişiyse, agresif bir tavırla benle olmak için beni zorlamaya başladı. Kendisiyle birlikte olmayacağımı ifade ettim. Bunlar olurken, bir yandan da, oturma odamdaki eşyaları kontrol etmeye başladım.
“DİRENMEM MÜMKÜN DEĞİLDİ”
Ev ne durumdaydı?
Ev dağınıktı, masamın üzerindeki telefonum yoktu. Her yere baktım ama telefonumu bulamadım. Bir hırsızlık olayı yaşanmıştı. Ancak evdeki kişi bunu reddediyordu. Orada, her iki kişinin organize hareket ettiğini anladım. Korkum arttı. Bir yandan evdeki kişi beni zorluyor ve yatak odama çekiyor, diğer yandan da tehdit ediyordu. En son direnemedim daha fazla ve bana tecavüz etti. Bir yandan da olanların organize bir suç olduğunu itiraf edercesine, diğer kişilerle geleceğini ve bana tecavüz edeceğini söylüyordu. Bu dakikaya dek sakladıkları her şeyi, açıkça söylüyordu tecavüzcü.
Daha sonra da arkadaşları geldi herhalde.
Evet… Cinsel saldırıdan hemen sonra, diğer iki kişi eve geldi. Biri dışarıda bekledi, diğeri eve girdi ve telefonumu aldığını söyledi. Telefon karşılığında benden para istediler. Ben de üzerimde para olmadığını ifade ettim. Ellerinden bir şekilde kurtulmam gerekiyordu. Ancak bütün iletişim kanallarım kapalıydı. Telefonum ellerindeydi. Üç kişiydiler, direnmem mümkün değildi.
Sesinizi komşularınıza duyuramadınız mı?
Beni defalarca ölümle tehdit ettiler. Sesimi çıkarsam, komşulara duyurmaya çalışsam, kısa süre içerisinde bana zarar verebilirlerdi. En sonunda, evin yakınındaki bir ATM’ye gidip para çektirmek istediler. Önce yapmak istemedim ama mecbur kaldım. Üç kişi koluma girerek gece yarısından sonra ATM’ye doğru yola çıktık.
Dehşet bir durum.
İnanılmaz korkuyordum ancak çevrede kimse de yoktu. Pazar gece yarısı olduğu için evimin civarındaki işletmeler de açık değildi. İki- üç dakika sonra bir polis devriye aracı gördüm, ışıklarından fark ettim. Saldırganların elinden kurtulup polise doğru koştum.
POLİS DALGA GEÇTİ
Kurtulduğunuzu düşündünüz tabii.
Açık konuşmak gerekirse, bir LGBTİ’nin cinsel şiddet sonrası yüz yüze geldiği bütün aktörlerin başka failler olduğunu fark ettim. Polislerin bana olay yerindeki muamelesi, saldırganların kinden hiç farklı değildi. Üstelik bu defa karşımda kamu otoritesinin temsilcileri bulunuyordu. Ve bu temsilciler, ellerindeki güçle beni psikolojik şiddete tabii tutuyordu.
Ne gibi?
Saldırganların elinden kurtuldum kurtulmasına. Ancak polis benim şikayetimi dinlemiyor, aksine beni azarlıyordu. Saldırganlar, bana fiziksel saldırı gerçekleştirmek için birkaç hamlede bulundu, polisler araya girdi ama tehdit ve hakaretlerini durdurmadı. Bana defalarca, “Kes sesini!” diye bağırdılar. Beni korumaları gerekirken, cinsel kimliğimden dolayı benimle dalga geçtiler. 30 dakika kadar beni saldırganlardan kaçtığım yol ortasında tuttular. Saldırganlarla gayet sakin bir tonda, “Ahbap- çavuş” muhabbeti yaptılar. Beni bir kere bile dinlemediler.
Sonra?
Gecenin uzun olacağını anlamıştım. Ama bir yandan da bu kadar şeyi yaşarken buz kesmiştim. Paralize olmak böyle bir şey. Aktivist kimliğim bir yanda, mağdur kimliğim diğer yanda. İkisinin arasında gidip geldim bütün gece boyunca. Gözümden akan yaşlar, titreyen sesim, öldürüleceğim hissinin gittikçe artması, saldırganlara ek olarak polisin de bana saldırması, kapatılma hissi… Hepsi bir oldu ve beni psikolojik bir lincin ortasında bıraktı. Ölmedim evet, öldürülmedim. Ama öldürülebilirdim de.
LUT KAVMİ, BİR TÜRLÜ BİTMEDİNİZ
Başvurduğunuz karakolda size yaklaşım nasıldı?
Yaşadığım olay sonrası, sokakta devriye gezen polis ekibine ulaştıktan sonra, ideal koşullarda şüphelilerin veya sanıkların konması gereken ve “kafes” adı verilen devriye aracının o bölümünde karakola götürüldüm. Midem bulanıyordu, başım dönüyordu ve kendimi çok kötü hissediyordum. O bölüme konmak beni inanılmaz incitmişti. Reddetmeme rağmen, zorla o bölüme bindirildim.
Ya saldırganlar?
Onlarla aynı araç içerisinde, aramızda sadece ince bir tel bölüm varken karakola götürüldük. Saldırganlar, polisler aynı araç içerisinde olmasına rağmen inanılmaz bir rahatlıkla beni tehdit ettiler. “Seni öldüreceğim lan”, “Evini biliyoruz, nasılsa serbest kalacağız” gibi tehditlerle karşılaştım. Polislere onları susturmaları için talepte bulunmama rağmen tek bir tepki bile vermediler.
Ne yapıyorlardı?
Saldırganlarla sohbet ettiler karakola dek. “Abi, biz erkek adamız, bizim halimizden anlarsın” tonunda sohbetlerdi bunlar. Karakola varmaya yakın, polislerden biri, beni kast ederek, “Siz de bunun hakkında suç duyurusunda bulunun” diye öneride bulundu saldırganlara. Beni korumadıkları yetmiyormuş gibi, bir de saldırganlara yol gösterdiler.
Ya karakolda?
Karakolda da benzer yaklaşım devam etti. Bu defa 10’a yakın polis memuruyla üstelik. Bir polis memuru, bana dönüp “Lut Kavmi, bir türlü bitmediniz!” diye hayıflandı. Diğer polis memuruysa kahkaha atarak “Siz Gezi’de hükümete karşı ayaklanmadınız mı, alın şimdi ceremesini çekin!” diye söylendi. Benim tek isteğim, bir an önce suç duyurusunda bulunup oradan ayrılmak ve güvenli bir yere gitmekti.
Olmadı mı?
Olmadı. Götürüldüğüm Esat Polis Merkezi’nde o gece sabaha dek hiçbir işlem olmamasına rağmen -sadece ben ve avukatım vardık- sabah 7’ye dek tutulduk. Avukatıma ve bana kötü muamelede bulundular, saldırganlarla aynı bölümde tutuldum. Su gibi ihtiyaçlarım karşılanmadı. İfademe müdahale edildi. Polisin hazırladığı ve eksik olduğunu düşündüğüm olay yeri tutanağını imzalamak istemediğim için hakarete uğradım. Kısacası, polisin yoğun kötü muamelesine ve psikolojik işkencesine maruz kaldım.
Yargı süreci nasıl işledi?
Duruşmalar sürecinde gördük ki, iki saldırganın üzerinde kesici aletler bulunuyordu. Saldırganlar da kuzen çıktı. Ortaya, önceden benle farklı zamanlarla müşteri olarak görüşen, evimi kolaçan eden, bir yağma ve tecavüz olayını bilinçli bir şekilde tasarlayan bir ekibin olduğu çıktı. Bütün bunlar ortaya çıkarken, korkum aylar içerisinde arttı. O gece, bana yönelik sadece fiziksel bir saldırı gecesi değildi. Tüm translar ve seks işçilerini hedef alan eylemlerde olduğu gibi, hayatta kalıyorsak eğer, bizi sindirmeyi hedefleyen bir geceydi. Korkutarak “terbiye etme” gecesi…
Ne zaman karar bekleniyor?
17 Kasım’da karar duruşması olacak. Öyle ümit ediyoruz.
Tecavüzcülerin ruh halini, tipolojisini, nasıl hatırlarsınız?
Tecavüzcülerle ilgili ilk hatırladığım, hepsinin o eylemi gerçekleştirirken kendilerinde var olan, “Sen bunu hak ediyorsun” yaklaşımı. Tecavüzcüler, kesinlikle inanarak ve yaptıklarının doğru olduğunu düşünerek yapıyorlar bunu. Kesinlikle en ufak bir tereddüt yok. Direndiğin zaman, susmanı emrediyorlar. Toplumun kendi yaptıklarını benimseyebileceğini veya en azından toplumun onlara sessiz kalacağını biliyorlar. Akıllarının bir yerinde bu his hep var bence. Tereddütsüzlük buradan geliyor. Bir de onların gözünde “ibne”yim, “ibneyiz.” Bize karşı bu tür eylemler ve dahası makbul. “Su testisi su yolunda kırılır” algısı çok yaygın.
Soruma dönersek.
Tecavüz sonrası uzman bir psikiyatrist de bana tecavüzcülerin tipolojisini sormuştu ve hatta çizmemi istemişti. Sarı tonların hakim olduğu, siyah renklerle karışık bir kompozisyon yapmıştım. Neden öyle çizdiğimi bilmiyorum ama çizdim işte. Sarı rengini oldum olası pek sevmem. Bana hastalığı, çaresizliği anımsatır nedense. Belki de bu yüzdendir.
ZEKİ MÜREN İZLİYORUM DİYE
Çocukluktan bu yana böyle bir şiddetle karşılaşma korkunuz var mıydı?
Vardı, evet. Bu korkumun yerindeliğini gösteren çokça şey de yaşadım zaten. Küçükken, içinde bulunduğum psikolojiyi anlamlandırmaya gayret ederken, bir yandan da ben ne yaşıyorum. “Günah mı işliyorum?” diye kendi kendimi yediğimi hatırlıyorum. Günah işleme korkusuna ek olarak, ya hissettiklerim ortaya çıkarsa, ne hale düşerim korkusu eklendi.
Evde durum nasıldı?
Teyzemlerde ailece televizyon seyrederken, Zeki Müren’i ekranda şarkı söylerken gören babamın, “Bu ne şimdi; kadın mı erkek mi belli değil” dediğini hatırlıyorum, kahkaha atarak. Bense, sadece Zeki Müren’i biliyordum bana benzeyen. Görkemli kıyafetleri, saçları, ojeli tırnakları ve yüksek topuklarıyla TRT’de her ekrana çıktığında onu hayranlıkla izlerdim. Hem garipserdim, “Nasıl oluyor da böyle rahat” diye, hem hayran kalırdım. Hayranlığıma korkum eşlik ederdi. Herhalde 9- 10 yaşlarımdaydım. Zeki Müren’i hayranlıkla izliyorum diye, “Babam bana da kızar mı acaba?” korkusuyla büyüdüm.
Ağır travmalar…
Küçüklüğümde yaşadığım bu korkuların, şiddetle sonuçlanmasından hep korktum. Yaşım ilerledikçe, kendim dahil çevremdekilere açılamamanın getirdiği travmaya ek korkularımın seviyesi arttı. Korkularım gerçeğe dönüşecekti. Şiddet hayatımı esir almıştı. İntihar girişimleri, şiddet olayları, tecavüzler hayatımı ele geçirdi.
Çocukluktan gençliğe, daha önce böyle bir dehşet yaşmış mıydınız?
Abartmak istemiyorum ama çocukluğum hareketli ve cinsel kimliğim noktasında bir belirsizlikle geçtiği için karmaşaya teslimdi. Bu karmaşa ve belirsizlik hali beni çok yordu. Ergenlik dönemim ise, tam bir felaket idi. Bu defa cinsel kimliğimi fark etmiş, arzularım tavan yapmış ancak hiçbir istediğim olmuyordu. Dindar bir ailem vardı. Nusayriliğin genç “erkek”lere zorunlu koştuğu “din öğrenme” zorunluluğu hayatıma girmişti.
Nusayrilik nasıl ele alır çocuğu?
Nusayrilerde geleneksel olarak ergenlik çağındaki çocukların “din amcası” denilen tanıdık veya değil kişilere gönderilmesi, orada kalması, Kuran ayetlerini ezberlemesi şart koşulurdu. Ben de bu süreçten geçtim. O kadar zorluydu ki, kendi cinsel kimliğim üzerinden yaşadığım zorluklara ek olarak bir de zorba bir “din öğrenme” sürecinden geçtim.
ÖLDÜRÜLÜYORUZ
Gün geçmiyor ki, vahşet boyutunda bir transseksüel cinayetine tanık olmayalım. Son olarak Hande Kader’in hunharca öldürülmesi vicdan sahibi insanları allak bullak etti.
10 senedir hak mücadelesi yürütüyorüm; LGBTİ’ler ve seks işçileriyle çalışıyorum. O kadar çok cinayetin haberini aldım, o kadar çok arkadaşımı kaybettim ki bu cinayetlerde, artık ne hissettiğimi açıklayabilecek kelime bulamıyorum. Öfkeliyim, o kesin. Ancak bu süreci durduramıyor olmanın verdiği çaresizlik travmalarımın büyümesine sebep oluyor. Yetemiyorum, yetemiyoruz. Bu cinayetleri durduramıyoruz hissi büyüyor. Hem üzülüyorum, hem korkuyorum. Hande Kader cinayeti bir ilk değil.
Haberi ilk aldığınızda ne hissettiniz?
Hande’nin kayıp olduğuna dair ilk haberi aldığımdan beridir, öldürülmüş olmasının korkusunu yaşadım. Kayıp haberinden ortalama bir hafta sonra ise cinayet haberini aldım. Yine haklı çıkmanın ağır üzüntüsünü yaşadım. Sonra bu cinayetin translar ve seks işçilerine verdiği mesajın bu topluluklar nezdinde yaratabileceği derin etkiyi düşünüp ürktüm. Nefret cinayetlerinin mesajı çok net oluyor: “Aranızdan birini hedef aldık; sıra sizde!” Asıl mesele bu mesaj ile mücadele etmek.
İNTİHARA SÜRÜKLENİYORUZ
9 aylık bir bebeğe tecavüzün, neredeyse olağan karşılandığı bir toplumda buna benzer cinayetler, “kader” sayılabilir mi?
Kader değil. Olağanlaştırılmış eylemler bu cinayetler. Devletin yasal ve fiili koruma sağlamadığı, toplumun homofobisi, transfobisi ve orospufobisini ortadan kaldıracak programların geliştirilmediği bir ülkede bu cinayetlerin olması ne yazık ki beklenir. Tam da bu sebeple, bir görmezden gelme ve yaşananlara sessiz kalma sürecini yaşıyoruz. Öldürülüyoruz ve önlem alması veya bizi koruması gerekenler bu cinayetleri onaylarcasına sessiz kalıyorlar. Tam da bu sebeple, “Trans cinayetleri politiktir” diyoruz. Trans cinayetlerini görmezden gelen ve dolayısıyla onaylayan politik bir tercih söz konusudur. Ve bu cinayetlerin sorumluları da bu politik tercihin sahipleridir.
Geçen hafta yine bir transseksüel, ardında trajik bir video bırakarak yaşamına son verdi. Türkiye’de trans olmak bu kadar ağır bir durum mu?
Ağır kelimesi yetersiz kalır. Ajite etmek istemiyorum; ancak translar bir cehennemi yaşıyor. Transların içine itildiği çaresizlik durumu, bir kısır döngü halinde hayatlarımızı eline alıyor. Bu çaresizlik bizi intihara itiyor. Bize intihardan başka çare yokmuş gibi bir görüntü vadeden bu sistemi tam da bu sebeple sorgulamamız gerekiyor. Kimimizi öldürüyor, karşılaştığımız haksızlara yönelik bu sessizlik, kimimizi intihara sürüklüyor.
Bu nasıl açıklanabilir?
Mesele intihar olunca, sanki bir derece daha hafif bir vakaymış gibi bir görüntü ortaya çıkıyor. Bu da bir illüzyon halbuki. Çünkü trans intiharları da politiktir. Transları şiddetin ortasındaki ortamlara mahkum eden bir sistem bu sistem. Önce ailemizden koparıyor, okulumuzdan uzaklaştırıyor, seks işçiliği gibi haklarımızı garanti altına almayacak şekilde düzenlenmiş bir sektöre itiyorlar ve sistematik şekilde itildiğimiz şiddet ortamına karşı bizi korumuyorlar. Sonuç, cinayet veya intihar. Bu durumun ağırlığından uzun uzadıya bahsetmeye sanırım gerek yok bu durumda.
GEZİ SÜRECİ
Bir bireyin, Türkiye gibi bir toplumda trans olmaya karar vermesi, bunu yaşama geçirmesi çok büyük bir cesaret gerektirmiyor mu?
Trans olmak bir varoluştur. Kimse trans olmaya karar vermez, zaten doğar doğmaz o varoluşu yaşamaya başlar. Dolayısıyla bu bir cinsiyet kimliğidir. Kimi trans, geçiş sürecine hızlıca girer, kimi yaşadığı koşullar sebebiyle bu kimliğini gizler. Gizlemeyen veya gizleyemeyenler ise her türlü mağduriyeti yaşayacaklarını bilirler.
Neden?
Çünkü açık kimlikli akranlarının neler yaşadığını herkes bilir. Bu bir cesaret işidir evet. Translar ya kendileri olmayı ya da nefes alıp verirken ölmeyi tercih etmek arasında gidip gelirler. Ne yazık ki durum budur. Ya kimliğiniz ile açık bir şekilde yaşayacaksınız ve ayrımcılık ve şiddetin kol gezdiği bir dünyaya adım atacaksınız ya da kendinizi gizleyecek ve psikolojik ve diğer türlerde şiddetle yaşayacaksınız. İki durumun da birbirinden beter tezahürleri vardır. Açılmak da zordur, açılmamak da. Ancak, “Ben trans kadınım” dediğiniz andan itibaren başınıza gelecek damgalanmayı, ayrımcılığı ve şiddeti görmezden gelmemek ve küçümsememek gerekiyor.
Ne gibi?
Komşunuzdan, alışveriş yaptığınız esnafa dek herkes sizi önce süzer, kimi taciz eder, cevap alamayınca hakkınızda dedikodu yapar. Kamuoyunu size karşı kışkırtır, kimi fiziksel şiddet uygular kimi “Namus” ve “Ahlak”tan dem vurarak sizi linç etmeye girişir. Bütün bu olasılıkları göze alarak kendini yaşamaya karar verenleri bekleyen bir travmalar süreci bulunur. Bu sebeple, transları varoluşlarını yaşamak amacıyla giriştikleri süreçte muazzam bir mücadele bekler. Kendileri olarak yaşamayı tercih edenleri bekleyen bir çetrefilli süreç.
BÜLENT ERSOY DA…
Yakın bir döneme kadar algısı “Elmadağ” ya da “Maslak” hattında fuhuş yapan LGBTI bireylerin bugün siyaseti zorlama noktasına gelme süreci nasıl gerçekleşti?
Bu konuda gerçekçi olmak gerekiyor. Özellikle trans kadın seks işçilerinin kamuoyundaki algısı hala yüksek oranda travesti; eşittir, seks işçisi- fahişe eksenindedir. Burada büyük bir değişiklik söz konusu değil. Ancak, transların Gezi süreci ve sonrasında ortaya koyduğu örgütlü mücadele ve artan görünürlük, ister istemez siyasette bir basınç oluşturdu. Hangi toplumsal kesimden olursanız olun, iradeli, güçlü ve örgütlü bir görünürlük ve farkındalık mücadelesi yürütürseniz, sizi birileri kaale almak zorunda kalacaktır. Türkiye’de olan budur. Sınıf atlayan translar mücadeleyi bırakıyor mu?
Herkes, mesela, Bülent Ersoy’un popülaritesi veya zenginliği üzerinden, “sınıf atlayan” transların mücadeleyi bıraktığını veya diğer translara destek olmadığını iddia etmeyi yeğliyor. Bu argümanın bazı eksiklikleri ve ürettiği haksızlıklar olduğu kanaatindeyim. Evet, Bülent Ersoy, haiz olduğu ayrıcalıklar üzerinden transların maruz kaldığı haksızlıklara sessiz kalıyor. Ancak bu Bülent Ersoy’un geçmişte veya bugün trans kimliği üzerinden maruz kaldığı veya kalacağı haksızlıkları görünmez kılmakla sonuçlanmamalıdır. Nasıl ki bir trans olmayan kadın, “sınıf atlaması”yla cinsiyetçi yaklaşımlar ve muameleden azade olmuyorsa, trans kadınlar da istedikleri kadar zengin veya ayrıcalıklı olsunlar, benzer şekilde transfobik ayrımcılıkla karşılaşabiliyor.
AKLGBTİ KURGU DEĞİL
Translar Türkiye’de sosyal yaşamın, günlük hayatın neresinde?
Translar gündelik yaşamın her yerinde aslında. Tüm diğer vatandaşlar gibi her yerdeyiz. Kimimiz görünür kimliğimizle, kimimiz gizli saklı. Ama trans kimlikler her yerde. Okulda, işte, mecliste, sokakta ve her yerdeyiz. Ama toplumun, medyanın, devletin algı olarak bizi sıkıştırdığı mahal ile anılıyoruz. Sadece geceyarısı cadde ve sokakta seks işçiliği yaparken veya kriminal ağların ilişkileri içerisinde anılıyoruz. Elbette buradayız da; ama sadece burada değiliz ve olmamalıyız da. Mücadelemiz budur.
LGBTİ’ler ne kadar laik ya da seküler?
Buna bir cevap vermem pek mümkün değil. Konuyla alakalı sosyolojik bir araştırma yapılması ve veri elde edilmesi gerekiyor ki; biz de bu konuyla alakalı yorum yapabilelim. LGBTİ örgütlerin önemli bir kesiminin talebi, seküler bir zeminde ilerlese de, çoğu zaman taban içerisinde yer alan kişilerin muhafazakar ve milliyetçi söylemleri ile gündeme geldiğini görebilmekteyiz. Dolayısıyla, “Tüm LGBTİ’ler sekülerdir veya laiktir” diyemeyiz. Türkiye’deki sosyolojik gerçekliği görmezden gelmek demek olur bu.
Dindar, muhafazakar LGBTİ var mı? Zaman zaman başörtüsü takmış, transların fotoğrafları sosyal medyaya yansıyor. Trolleniyor muyuz yoksa?
Trollenmiyoruz. Dindar, muhafazakar ve geleneksel değerlere bağlı çok fazla LGBTİ mevcut.
AKLGBTİ gerçek mi, kurgu mu?
Kurgu olduklarını düşünmüyorum. Ancak ortaya çıkışları ve iddialarının, kendilerini de hedef alan iddiaları beslediğini düşünüyorum. Sol ve sosyalist LGBTİ’ler olduğu gibi, iktidar yandaşı veya destekçisi LGBTİ’ler de olacaktır ve vardır.
Milliyetçilik LGBTİ’ler arasında ne kadar yaygın?
Ben yaygın olduğu kanaatindeyim. Bu konuda herhangi bir istatistiki çalışma yapılmış değil. Ancak, kendi tanıklıklarım, LGBTİ ortamındaki tartışmalar ve ülkedeki gelişmelere, LGBTİ toplumunun bazı üyelerinin verdiği tepkilerin milliyetçiliğin LGBTİ’ler arasında hiç de azımsanmayacak bir derecede olduğunu gösterdiği kanaatindeyim.
Hande Kader adını bir yere yazdırmak isteseniz, o ne olurdu?
Hande Kader’in bendeki çağrışımı, ikiyüzlülüğe bulanmış transfobik toplum ve devlettir. Tüm diğer trans cinayetleri ve sonrasında düşündüğüm gibi.
————-
Kimdir Kemal Ördek?
16 Nisan 1985’te Antakya’da doğdu. Nusayri. 18 sene Antakya’da yaşadıktan sonra, üniversite öğrenimi için Ankara’ya gitti. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne birincilikle tamamladı. Yüksek lisans için ODTÜ’ye Sosyoloji bölümüne girdi. 2007’den bu yana LGBTİ hakları aktivizmi mücadelesinde. 2011- 2015 arasında Avrupa’daki trans STK’larının çatı örgütlenmesi olan Transgender Europe’un yönetim kurulu üyeliği ve eş-başkanlığını yaptı. 2012- 2014 yılları arasında Küresel Seks İşçiliği Projeleri Ağı (NSWP) adındaki tek küresel seks işçiliği örgütünde politika yetkilisi olarak çalıştı. 2013’te Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği’ni kurdu. Orta ve Doğu Avrupa ile Orta Asya Seks İşçileri Savunuculuk Ağı’nın 2013’ten bu yana yönetim kurulu üyesi. ABD merkezli Kadınlar İçin Acil Eylem Fonu ve Astraea Lezbiyen Vakfı’nın uluslararası danışmanlar kurulunda görev yapıyor. 2011- 2015 yılları arasında da, kendi deyimiyle, “seks işçiliği” yaptı.